29 Ağustos 2011 Pazartesi

Söz...

"Ben senin hayatına muhalif bir rüzgar gibi girdim.. "


                                                                              Attilâ İlhan


28 Ağustos 2011 Pazar

söz




Nikotin bandına ihtiyacım yok, onun yerine sigara içiyorum.
..
-stranger than fiction-

27 Ağustos 2011 Cumartesi

Hayal

Hayatım boyunca hep hayalini kurduğum bazı anlar var. Bazıları filmlerden gördüklerim bazıları çevremden şahit olduklarım falan filan... Ama bu hayallerimden 3 tanesi çok önde geliyordu.

Bunlardan bir tanesi,ben büyük bir başarı elde edince, birinin bana gelip;" İyi iş başardın evlat" demesi (evet aynı filmlerdeki gibi).
Bir tanesi, çevremizde-bize de bulaşma ihtimali olan-mafyatik adamlardan söz ederken, "bunlar eli silahlı adamlar çok dikkatli olmak lazım" demek.
Bir diğeri ise, karanlık yolda cool bir havayla yürüdüğüm bir gece, siyah bir jeep in ani bir manevrayla direksiyonu önüme kırarak durması ve jeep ten inen takım elbiseli elemanların beni arabaya bindirip kaçırmak için uğraşmaları ve harika zekamla onların çabasını boşa çıkartmam.

Evet, bunlar benim 'hayallerimdi' sadece.Ama neden olmasındı? Önümde uzun bir ömür vardı, hayatımın bir yerlerinde bunlar başıma gelebilir-tesadüfende olsa-ve hayallerim gerçek olabilirdi.

Gerçektende -tam istediğim şekilde- bunlardan birisi gerçek hayatta cereyan etti, işte olayı anlatıyorum;

Bir gece biraz dolaşmak için evden çıkmıştım. Hava karanlıktı ve sokak lambaları bozuk olduğu için hafifte tırsaraktan yürüyordum. Tam sokağı dönmek üzereyken gri bir jeep önce ışıklarını üzerimde gezdirdi, ardından benim-tırsıntıdan- hızlanmamla gaza yüklendi ve tam önümde durdu. O kadar korktum ki, ne hayalim ne de başka birşey geldi o an aklıma ve anlamsız bir şekilde, ne olduğunu anlamadan kaçmaya başladım. O anda şoför kapısı açıldı ve ses bana; "olum, nereye koşuyorsun" dedi.Ses çok tanıdıktı, döndüm ve baktım ki arabadaki amcammış.

Yolda beni görünce napıyorsun bu saatte dışarıda demek için önümde durmuş. Amcam durumu izah eder etmez 'hayalim' aklıma geldi ve çok utandım lan... Kendimden tiksindim. Ve bazı şeylerin bende sadece hayal olarak kalmasının hoş olacağına karar verip yaşamaya devam ettim.
..

25 Ağustos 2011 Perşembe

"Oo Ahmet Amca, bizi de unutmuşsun bakıyorum..."
"Ne diyosun oğlum, bunadı adam!!"

20 Ağustos 2011 Cumartesi

Efkarlı Adam 5

     "Size verilen maaş, kaytarmanız için verilmiyor biliyorsunuz değil?"

     Ömrüm boyunca sakin bir insan olmuştum. Şirket binasının yedinci katında bölüm şefinin odasında aşina olduğum bir nutuk yerken, bu sakinliği bozmaya niyetim yoktu. Özellikle de aylık hesap kontrollerini hesaplamayı ihmal edip işleri aksatmış olduğum bir günün sabahında...

     Ama bu sabah, diğer sabahlardan farklı bir şekilde uyanmıştım. Bunu inkar edemezdim...

     "Sizden mantıklı bir açıklama bekliyorum. Hemen!!"

     "Efendim.. Ben, şey.. Bugüne kadar hiç..."

     "Bugüne kadar hiç ne?! Lütfen tamamlamayın cümlenizi. Çünkü bu saçmalıklara inanacak durumda değilim. Son zamanlardaki performansınıza hiç anlam veremiyorum. Nedir bu haliniz yahu? Bir zamanlar ne kadar parlak bir çalışandınız. Tek bir hatanız yoktu. Hatta belki şef bile olabilirdiniz. Böyle gider mi sizce?"

     "Hayır efendim.."

     "Bence de... Bence de..."

     "Bakın..." demiştim sakince. "Bakın son günlerde zor şeyler yaşıyorum. Çocukluğumdan beri babamı ilk kez kapımda buluyorum. Bana saçma sapan bahaneler uyduruyor, benden özür diliyor. Başka bir şehirde kardeşlerim olduğunu söylüyor. Bunca yıl sonra gelip her şey için özür diliyor. Annemi renkli bir hayatı olmadığı için terkettiğini, onunla eski heyecanı bulamamış olduğunu söylüyor. Bizi terketmekten başka çaresi yokmuş, öyle diyor."

     Şefim kahkahalar atmaya başlıyordu tabii. "Sizce bunlar umurumda mı? Aptal aile hikayeleriniz işinizi yapmamanız için bir mazeret mi? Lütfen saçmalamayın."

     "Hep özür diliyor. Annemin hasta olduğu haberini almış ama gelmeye cesaret edememiş. Başka bir ailesi, başka yükümlülükleri varmış. Bunu yapamazmış. Cenazeye de bu yüzden gelememiş. Cenazeyi altı kişinin kaldırdığından da haberdarmış elbette. Ama elinden bir şey gelmezmiş. Özür dilermiş."

     "Azizim bunlardan bana ne?"

     "Şimdi son bir kez sarılmalıymış bana. Yoksa kendini affetmezmiş. Ben de ne yapayım? Sarıldım işte. Ama boğazına..."

      Bölüm şefi şöyle bir geriliyor masasında. Kaşları çatılıyor. Konumumuzu tartıyor.

     "Kendimi ilk kez özgür hissettim." diyorum. " Babamı öldürüp özgür oldum. Tıpkı seni öldürünce daha da özgür olacağım gibi.."

    İşte, hatırladığım kadarıyla patronumu böyle öldürmüştüm. Bu diyalogların akabinde camdan atmıştım.Aslında teknik olarak patronum da değildi.

     Sizce yanlış kişiyi öldürmüş olabilir miyim?

19 Ağustos 2011 Cuma

İşte Böyle Birşey Beşiktaşlılık





Beşiktaş, UEFA Avrupa Ligi play-off Turu ilk maçında bu akşam İnönü Stadı'nda Rus temsilcisi Alania Vladikavkaz, takımıyla karşı karşıya geldi.



Maç Beşiktaş'ımızın galibiyetiyle sona erdi fakat tabi ki yazıyı bunun haberini vermek için yazmadım-spor haberleri yapan bir blog değiliz sonuçta.



Karşılaşmanın sonucundan çok Beşiktaş'ın yıldız futbolcuları Guti ve Almeida'nın golden sonra yaptığı hareketler çekti benim ilgimi.



Beşiktaş'ın İspanyol yıldızı Guti, attığı golün ardından Beşiktaş formasının üzerindeki Türk bayrağı öptü. Beşiktaş'ın bir diğer yıldızı Almeida ise attığı üçüncü golün ardından asker selamı vererek hafta içi askerlerimize yapılan hain saldırıyı kınadılar.



Futbolcular ne kadar içtendi, ne derece samimiydi bu hareketlerinde bilemiyorum tabi ama şu şerhi düşmedende edemeyeceğim sevgili okur:





"İşte böyle birşey Beşiktaşlılık."



17 Ağustos 2011 Çarşamba

Kömüş ve Mars




Mars yılı : 548
Dünya yılı: 2564 Gün : Cumartesi


Sevgili günlük bu gün tam bu gün keşfedilmemizin 548. yılı kutlamaları yapılıyor.Sen tabi olayları bilmediğinden sana biraz anlatmak istiyorum günlük hemde 'Bir Mars'lının gizli defteri' isimli otobiyografimde bahsediceğim konuları önce buraya yazmak istiyorum.

Benim adım Bot fakat Türklerin verdiği isimle Kömüş.Daha çok bu adı kullanıyorum anlamı çok güçlü bir hayvanın adından geliyormuş ben daha öğrenmedim nasıl bir hayvan olduğunu fakat haftaya dünyaya yapacağım yolculukta tanımak istiyorum.

Aslen Mars ın başkenti olan Zapolya lıyım fakat memur çocuğu olduğumdan Olmetec'de büyüdüm.Evliyim ve 2 çocuğum var ikiside zehir gibi ellerinden öperler sevgili günlük.Hatta 2009 lu yıllarda mars ta canlı görüldü diye haber yapılıp taşmıydı adammıydı tartışmaları yapılan kişide benim ünlüyümde yani.

Birazda bulunma hikayemizden ve bizim buralardan bahsetmek istiyorum kitabım dünyada da basılacağı için gelipte buraları göremeyenler için anlatmak istiyorum biraz.

Amerika'nın yıllar yılı bizim buralara astronot olsun,çeşitli uzay araçları olsun gönderdiler sevgili günlük ama bizden hiçbir iz bulamadılar.Halbuki o kadar yakınlarındaydıkki son gönderdikleri uzay aracı bizim Zapolya merkez mahallesi muhtarının evinin arka bahçesine düştü.Muhtarın haylaz çocukları mars ın boş tarlalarından çektikleri resimleri aracın kamerasının önüne yerleştirdikleri için Mars ta hayat yok sandılar.

Türklerin dünyaca ünlü Uzay bilimleri uzmanı Mustafa Topaloğlu evinde yaptığı araştırmalar sayesinde bizim varlığımızdan haberdar oldu.Ve bizi bütün dünyaya anlattı.Bulunuşumuzun bu gün tan 548. yılı günlük heyhat 548 yıl !

Bİzim buralar yani Mars çok elverişli topraklara sahip değil o yüzden Kayserililer gibi bizde ticarete yatkınız.Mesela benim Mars ın geleneksel kıyafetlerini turistlere sattığım bir dükkanım var.Mars kapalı çarşısının hemen girişinde sağdan ikinci dükkan Türklere ekstra %20 indirim yapıyorum.

Türkler çok sıcak kanlı insanlar günlük.Bulunuşumuzdan beri bize çok iyi davrandılar uzaylılar dünyayı ele geçiricek tezini ortaya atan Amerikalılara karşı bizi her zaman savundular.Gelip Mars a yerleşen bürsürü dünyalı var fakat dünyadan marsa sefer düzenleyen tek ülke Türkiye olduğu için öncelikle kendi vatandaşlarına öncelik tanıyorlar.Taksimden kalkan Mars spacebüs lerine bindikten sonra 8 saatte Zapolyaya iniyorsun.Bu uzun süreyi kısaltma çalışmaları hala sürüyor.Dünya Türklerden öte umutlu ama konumuz bu değil günlük.

Türkler bize hayatın renklerini öğrettiler.Kuru kuru mars lahanasından başka bişey yemezken şimdi acılı adana,çiğ köfte ,kelle paça,kol böreği gibi daha sayamadığım o kadar harika şeyleri bize öğrettiler ki sana anlatamam.Ama bunların arasından mangal diye bir şey varki tadından yenmez.Bir de çoluk cocuk hafta sonu mangalı toplayıp hep beraber Zapolya vergi dairesinin karşısındaki büyük düzlükte toplanıyoruz.Sırf bu yüzden Zapolya valiliği 100.000 dönümlük bir piknik alanı yaptı.2 haftada bir cumartesi günleri mars ın hemen her şehrinden gelen Marslılar burda mangal partileri veriyoruz.

Bu günlük bu kadar yazıcam günlükçüm olağan mangal partimize gitmek üzere çıkmak zorundayım artık kısmet olursa daha yazmak istiyorum bakalım kısmet. k.i.b. a.e.o öptm by ( bunlarıda Türkler öğretti)

Don Kişot

     Bildiğim bir şey varsa, kapitalizmin o kotları kimseye zorla giydirmediğidir.
     Kapitalizm, size kot aldırmak için beyninize yerleşen bir virüstür.
     Aslında mesele yine ne giydiğiniz değildir. Ayağınızda kot varken kapitalizme savaş açamaz mısınız? Pek tabii bu mümkündür. O kotu sadece size yakıştığı için almış olabilirsiniz. Ne moda, ne de bir bilinçaltı mesajı sizi buna zorlamıştır. Ömrüm boyunca hiç kot giymedim. Ama bunun bir övünme sebebi olduğunu da hiç düşünmedim. Değildi çünkü.
     Ne zaman kumaş pantolon görsem aklıma daha sakin, daha normal, daha ılımlı insanlar geldi. Fakat aslında asıl yanılgının bu olduğuna yine birkaç yıl önce uyandım. İnsanları kot pantolon almaya yönlendirenler kot pantolon giyiyorlar mıydı?
     Pek sanmıyorum...
     Binlerce dolar değerindeki takım elbiseler hiç de kot gibi gözükmüyor bana. Kumaş pantolonun bende çağrıştırmış olduğu tüm sakinlik, normallik, ılımlılık aslında birer kamuflajdan ibaretti. Kapitalizmin güleryüzlülüğünün altında yatan riyakarlığı, bencilliği, açgözlülüğü çok açık bir şekilde özetliyordu aslında. Kulağımıza tek bir zehirli cümle fısıldıyordu.
    "Yaklaş bana yanmazsın..."
    Onun güven dolu kollarına atılmamak pek mümkün değildi ne yazık ki...Rol modellerimiz genelde bataklığın içinde bataklığa bakanlardı. Biraz daha hayalgücüne sahip olanlarımız da bataklığın içinde yıldızlara bakanları örnek alıyordu.
     Aynı bokun içinde yüzdüklerini farketmeden...
     Kapitalizm, emperyalizmden çok daha sinsi bir düşmandı. Emperyalizm düşmanını kendi elindeki silahı göstere göstere göğsünden vururdu. En azından onurlu bir ölümle taçlandırırdı yaşamını. Emperyalizm belki de şerefsizliğin içinde eski usul çalışan, daha delikanlı biriydi.
     Ancak kapitalizm düşman istemezdi. Ya da ellerini kana bulaştırmak işine gelmezdi. O düşmanlarını alır, kulaklarına zehrini fısıldar, üstünü giydirir, karnını doyurur, televizyon karşısına oturtup kendine bağımlı hale gelmesini beklerdi. Aslında çok sabırlıydı ama sabretmesine gerek kalmazdı, oyunu kirli, zekice ve hızlıydı. Meyvesini çabuk verirdi.
     Arada bir düşmanlarıyla dalga geçmeyi de severdi açıkçası. Önce bir moda yayar, geçmişi kafalara vebalı gibi yerleştirirdi. Kızlar, ninelerinin şalvarından utanırdı... O neydi öyle Allah aşkına? Çapulcu gibi...
     Kapitalizm bunu söyletirdi... Ertesi yıl, şalvarları alıp cafcaflı renklere boyar, dünyaca ünlü bir markanın etiketiyle aynı genç kıza giydirirdi. Büyük bir zevkle...
     Ama asıl sorun burada değildi.
     İnsanların nasıl giyindiğinin bir öneminin olmadığını elbet birileri farkedecekti. Daha akılcı, daha kalıcı bir çözüm bulunmalıydı...
     Bulmak da zor olmadı... Önümüzde kocaman bir medya sektörü vardı. Madem moda belirlenecekti, buradan olsundu. Biri sigara içecekse bu, patronların istediği şekilde olmalıydı. Oldu da, James Bond nasıl sigara içtiyse, martininin dibini bulduysa, kızları tavladıysa... Herkes neden onun gibi olmak istemesindi ki...
     Barney Stinson fazlasıyla cool bir adam değil miydi? Peki onun kapitalizmle problemleri mi vardı?
     Bilakis, o kapitalizmin biricik çocuğuydu...
     Demem o ki, o kotu giymek, o cüzdanı taşımak, o facebook hesabını açmak mesele değil... Mesele o kotun kıçımızdan önce kafamıza giydirilmiş olması....
     Kapitalizm, aklımızın ırzına geçmeye bayılır...
     Bize de Don Kişot misali saldırmak kalır...
     İşte "zafer" aslında budur...
   

Emperyalizmin Zaferi 2




Her canlı doğar,büyür,yaşlanır ve ölür.Canlılar bu süreç içerisinde çeşitli hatalar yaparak kendini geliştirir-yeni şeyler öğrenir.Bu deneyimlerinin bazılarını gelecek kuşaklara aktarırken bazılarını aktaramaz.Ve hayat akmaya devam eder.
Tüm bu canlılar içinde en gelişmişi ise tabi ki insandır.Bunu dilerseniz "en iyi evrimleşmiş canlı olması nedeniyle" ,diye,isterseniz; "eşref-i mahlukat olması hasebiyle"diye açıklayın.Her halükarda bu teori aksi iddia edilemez bir teoridir.
İşte tamda bu yüzden olacak ki-düşünsel anlamda ki fazla gelişmişlikten, insanı diğer canlılardan ayıran bir özellik de burada ortaya çıkar:YERİN DİBİNE GEÇME özelliği.
Evet, bu özellik her insanda mevcut değildir, fakat çoğu insan kendine özgü belli durumlarda yerin dibine geçer.
hikayemiz tamda burda başlıyor;

Dün akşam arkadaşlarımla Sultanahmet'e gitmiştim. Bir çay bahçesinde biraz oturup muhabbet ettikten sonra, her zaman gittiğimiz küçük,şirin bir dürümcüye girdik ve karnımızı doyurduk.
Buraya kadar herşey çok güzeldi.Ne sıtarbaksa gidip kahveye 10 lira vermiş, nede karnımı emperyalist hamburgerle doyurmuştum.Gerçekten huzurluydum.Dostlar meclisini dağıttıktan sonra otobüse bindim ve evin yolunu tuttum.
Eve geldikten bir müddet sonra bilgisayarı açtım ve bloğa bir göz atayım dedim-demez olaydım.Kadim dostum Serhat'ın(kafsinkaf) emperyalizme dair yazdığı yazıyla karşılaştım.Aman Allah'ım!!
Şoka girmiştim ve bu şoku üzerimden atamıyordum.
Sanki mahşer meydanında çıplak kalmıştım ve bütün yaratılmışlar bana bakıyordu.Daha fazla yerin dibine geçemezdim.
Bu kadar utanmamın nedeni ne dostumun cüzdan taşımaya başlaması, nede kot pantolon giymeye başlamamla ilgili-haklı olarak- söyledikleriydi.
Nedeni yazının son paragrafıydı;Fakat herşeye rağmen karşı duruşumuzu dostumla beraber emperyalizmin son ürünü olan,çağımızın vebası 'facebook'u hala kullanmıyoruz..

Birkaç arkadaşımın dehşet verici ısrarları sonucu facebook açmıştım henüz birkaçgün önce.Bırakın dostuma itiraf etmeyi,kendime itiraf edememiştim ki bu yaptığımı.
Nasıl kurtarabilirdim durumu?Hemen bunu düşünmeye başladım.Facebook hesabını hemen kapatsam mı acaba diye düşündüm ama bilirsiniz ki bir kot insana bir kere giydirildiyse çıkarmak birşeyi değiştirmez.Çünkü kıç bunu hiçbir zaman unutmaz..
Bir açıklama bulmalıydım-hem kendi vicdanımı hemde arkadaşımı inandırabileceğim."Emperyalizmi kendi silahlarıyla vurmaktı amacım?"Hayır, daha kendi vicdanım yememişti bu yalanı."Bi arkadaşa bakıp çıkıcaktım?" Yoo hayır.
Ve o anda anladım ki bu olanların hiçbir açıklaması yoktu-olamazdı. Emperyalizm galipti. Ama bu savaşı ne kot pantolonu giydiğimde nede facebook açtığımda kaybetmiştim.Bu savaşı;daha küçük bir çocukken ağzıma kolayı ilk sürdüğüm anda kaybetmiştim,kaybetmiştik.Gemiyi batırmamıştım çünkü, aslında hiç yüzdürememiştim bile..

Ama şunu da biliyordum ki yerin dibine geçmiştim.Bu bir bakıma iyi birşeydi,çünkü en alt seviyede sayılırdım-sayılırdık- artık.Buradan daha aşağı bir seviyeye inemeyecektim.Artık Emperyalizme-Kapitalizme karşı yükselişe geçmenin zamanıydı.Zaman,şekilcilik yerine zihinsel süreçte birşeyler yapma zamanıydı.
Dostlarım, YÜKSELİŞ BAŞLASIN!
..


16 Ağustos 2011 Salı

Emperyalizmin Zaferi





Yüzyıllardan beri dünya üzerinde var olan son dönemlerde süslü ismiyle kulağa hoş gelen emperyalizm yine yaptı yapacağını.

Bu hikaye kendi çapında emperyalizmle mücadele eden iki gencin hikayesidir..

Küçük yaşlarda çıkmıştık yola.Emperyalizme karşı duruşumuzda her zaman beraberdik.Orta okul yıllarında sıra arkadaşlığı yaptığımız dönemde karşı duruşumuzla,ruhumuzu ona teslim etmiyor,cebimizdeki parayı onun kirli emellerine teslim etmiyorduk.Bu onurlu yolda tek destekçim sıra arkadaşım,sevgili dostum bu blogunda yazarlarından Fatih'ti.(erkek adam)

Bu anlattıklarımdan çok büyük işler yaptığımızı sanabilirsiniz.Yaptıklarımız bize göre büyük insanlık için küçüktü fakat küçükte olsa birşeyler yapmak hiçbir şey yapmamaktan iyidir.

Karşı duruşumuzda Amerikan işçi tulumlarından türeme 'jeans' denilen kotları giymiyorduk.Kot'un bedeni sıkan,insanı ait olmadığı kalıplar içinde sıkıştıran baskıcı tavrına karşı kendimizi 'kanvas'ın kollarına bırakmıştık.Kanvas insanı kot gibi sıkmıyor rahatlığı ve Anadolu insanı gibi sıcaklığıyla gönüllerimizin sahibi oluyordu.

Emperyalizme karşı olan savaşımızda ikinci direnişimiz 'cüzdan' taşımamaktı.Belki bu duruşumuzda öğrenci ve küçük olduğumuz için üstümüzde yüksek miktarda para taşımamamız etkili olabilir ama yinede yapıyorduk.

Amacımız doğrultusunda günlerimiz mutlu mesut giderken ilk fire dostumdan geldi.Dostum 7.sınıfta dersaneye başlamış,sürekli kanvas giymekten sıkılarak karşı cinsinde verdiği etkiyle ilk kotunu almıştı.Başlarda benden sakladı fakat acı gerçek ortaya sonunda çıktı.Can dostuma konuyla ilgili birşey söylemedim.Onurlu duruşumuzda beni şaşırtmış olsada dostumu bütün özellikleriyle kabullenmeliydim.

Yıllar içinde o kotlarıyla yarım bir emekçi,ben ise dostunun hatasını affetmiş aldığı yaraya rağmen yoluna devam eden mağrur bir adamdım.Sonra hayatıma o girdi..

Değişiyorduk..İkimizde yola ilk çıktığımız zamandan çok farklıydık.Yaşımız ilerlemiş,karşı cinsle olan ilişkimiz başlamıştı.Lise döneminde hayatıma giren ve halada benimle olan güzel insan beni etkilemişti.Sürekli olarak aynı pantolonları giymekten bıkmadınmı ? Şunlara bak hepsinin rengi atmış ? Bi kot alalım artık sana üstünde bi dene beğenmezsen almayız..
Bu sözlere 4 yıl dayanabildim.

Aynaya baktığımda üstümde gri kareli bir gömlek altında ise mavi rengiyle 'kot'um' duruyordu.Yıllarca ona karşı mesafeli duruşuma rağmen duruşu hoşuma gitmişti.Yasak olanın tatlı gelmesi gibi o'na ısınmış sanki yıllardır giyiyormuş hissine kapılmıştım.Mağrur duruşum eksilmişti artık bende 'yarım emekçi'ydim.

İlerleyen yaşla beraber gün gelmiş çatmış reşit olmuştuk.Artık yanımızda nüfus kağıdı taşımak gerekli olduğundan nüfus kağıdını bir şekilde muhafaza etmek şarttı.Öncelerinde arka cebimde taşıdım.Fakat bu yol hem güvenli değil hemde nüfus kağıdını eciş bücüş eden bir yöntemdi.Bu duruma tek çareyi,karşı olduğum başka birşeyi yapmak cüzdan almak sağlıyordu.

Güzel insanın da teşvikiyle cüzdanımıda edindim.Fakat bu sefer kot almak kadar kolay değildi.Dostum hala cüzdan kullanmıyordu.Bu durumu ona açıklamalıydım fakat bir türlü yapamadım.Cüzdanım ve ben dostumdan habersiz gizli gizli güzel bir hayat yaşıyorduk aslında.Artık bozukluklarım kaybolmuyor,nüfus cüzdanım içinde seyahat ediyordu.Cüzdanımla olan ilişkimi dostumdan saklamak için dostuma giderken cüzdanı evde bırakıyordum.Ve birgün olanlar oldu..


Geçenlerde oynadığımız Estonya-Türkiye maçını izlemek için dostuma gitmiştim.Akşam güzel geçiyor,muhabbet süper ayarda gidiyordu.Tuvalete gitmek için ayağa kalktığımda arka cebimde duran şişliği fark etti.Açıklama fırsatı bulamadım..Buğulu gözlerini bana çevirip bu konuyu konuşmayalım dedi.Susmak..Susmak beni her zaman gerginleştirir.Susmak yerine küfürler edip,esip gürlese daha az gerileceğime emindim.


O akşamdan sonra bu konuyu hiç konuşmadık.Artık bende herkes gibi olmuştum.O'nun büyüsü beni takip ettiğim yoldan ayırmış karşı durduklarımı bir bir yaptırmıştı.Artık bende yarım bir emekçiydim.Emperyazlizm yine kazanmıştı..


Fakat herşeye rağmen karşı duruşumuzu dostumla beraber emperyalizmin son ürünü olan,çağımızın vebası 'facebook'u hala kullanmıyoruz..

15 Ağustos 2011 Pazartesi

Evden Giden Belma'lar

"İnsanı yüreğinden vurmak insan haklarına aykırıdır!" 


                                      "Kallavi sokağında güvercinler,
                                            Bunca yıl sönmemiş umudum, 
                                                            Nisan değilse mayıs,
                                                         Perşembe değilse pazar,
                                                      Ben, Belma Sebil'i bulurum..."



Diyordu Attila İlhan'ın radyodan gelen sesi...
Belma üç gündür eve gelmiyordu...
Ben üç gündür evden çıkmıyordum...
Sakallarım uzuyordu...
Ter kokmaya başlıyordum...
Evin unutulmuş dağınıklığı içinde bir zarf biliyordum...
"Özür dilerim" diyordu...
Ağlıyordum...
Radyonun sesini açıyordum...



                                                         "Yine akşam oldu Attilâ İlhan
                                                    Üstelik yalnızsın sonbaharın yabancısı
                                                                      Belki Paris'te
Maria Missakian
                                                                              Avuçlarında bir çarmıh acısı
                                                                                    Gizlice bir sefalet gecesi
                                                                       Çocuğunu boğarmış gibi boğup Paris'i
                                                                                 Sana kaçmayı tasarlar her akşam..."






14 Ağustos 2011 Pazar

Charles Bukowski


Mahvolmuş Hayatlar

'aynı kadınla iki kez
evlenerek hayatımı mahvettim'demiş
William Saroyan.

hayatlarımızı mahvedecek bir şeyler
her zaman vardır,
William,
neyin veya kimin
bizi önce
bulduğuna
bakar,
mahvolmaya hep
hazırızdır.

mahvolmuş hayatlar
olağandır
bilgeler için de
ahmaklar için de.

ancak
o mahvolmuş hayat
bizimki olduğunda,
işte o zaman
farkına varırız
intiharların,ayyaşların,hapisane
kuşlarının,uyuşturucu müptelaları
ve benzerlerinin.
varoluşun
menekşeler kadar,
gökkuşağı
kasırga
ve
tamtakır
mutfak
dolabı
kadar
olağan
bir
parçası
olduklarının
..


13 Ağustos 2011 Cumartesi

Evi Özleyen Tekneler

                                                                                                                                                                               

                                     Üç küçük tekne, dünyaları fethederdik...
                                 Susadık mı güzelliğe, Boğaz’dan biraz içerdik...
                               Rakı sefamız yoktu amma, ne zaman evi özlesek...
                                              Oraya, İstanbul derdik... 




Fotoğraf:Sezen Mert 
 

11 Ağustos 2011 Perşembe

Steven Tyler


Şöhret; yüzünüzdeki makyajı silince, sizi kimsenin tanıyamaması demektir
..

Zamanın Ötesi ve Jerrah Bekkarh

     "Zaman döngüsü, kendi gerçekliğini saf uzay-zaman gerçelliğinden alır. Eğer viral bir uzay koridoru ortaya çıkarsa bu koridordan zamanın dipüler ve kodipüler boşluklarına rahatça sızılabilir. Temel görelilik buna izin vermese de kuantum fiziği bunu yapabilmemize imkan sağlar. Bu da bizi şu sonuca götürür: Eğer yeterince güçlü bir imge yoğunlaştırılabilirse, bu viral bir uzay koridor açmaya yeter. Ve böylece zamanda ve mekanda serbestçe dolaşmaya başlayabilirsiniz. İşte bu, bize yıldızların yolunu açacak şeydir.
     Buradaki asıl problematik şudur ki, bugüne dek kimse yoğunlaştırılmış güçlü bir imge elde edemedi. !962'de Teksas'ta Profesör Irvingham gereken imgesel boşluğun bir kısmını iyonlaştırmayla elde etti. Ancak bu sadece gerekenin 250/1'i idi. Bu bile ülkenin yarısının elektriğinin kesilmesine neden olmuştu. Dolayısıyla deneylere son verildi, kimse ışınlanmanın ve zamanda yolculuğun peşine düşmedi.
     Fakat şimdi görüyoruz ki, dünyanın her yerinde insan idrarları ortaya çıkıyor. Hepsi yokluktan ortaya çıkıp yoklukta kayboluyor. Tespitlerimize göre idrarın çıkış noktası Beyaz Saray Kütüphanesi ve bitiş noktası da Oxford Üniversitesi Kuzey Kampüsü. İdrar bu aralıkta tüm dünyayı dolaşıyor ve aslına bakarsanız tüm bu idrar yolculuğu aynı anda başlayıp bitiyor.
     Zamanın bir köşesine sıkışmış bir işeme eylemiyle karşı karşıyayız.
     Naçizane teorim şudur ki: dünya üzerindeki biri, İmgesel yoğunlaştırma işlemini başardı. Fakat bunu bilinçli bir şekilde yapmadı, bu onun kendi vücudunda ortaya çıkan bir yan etkiydi. Yoğun araştırmalarım göstermektedir ki, imgesel yoğunlaştırma ancak ve ancak saf bir genç beyinde gerçekleştirilebilir.
     Bir çocuğun beyni...
     Zaten idrarın çıkış noktasına baktığımızda fizyolojik ögelerin tutarlılığı bunu bize gösteriyor.
     Bir çocuk, tüm dünyaya işeyerek bizimle dalga geçiyor...
     Farkında değil ama bu...
     Fiziğin çöküşüdür...
     Bu, kaostur...

KAYBEDENLER SPOR KULUBÜ




Dünya üzerinde, birçok insanın bilmediği,varlığından bile haberdar olmadığı milyonlarca, hatta milyarlarca canlı çeşiti vardır.

Öyleki: kimisinden-değil bir takım kişiler-hiçbir insanın haberi yoktur.(bkz:şirinler)

İşte bu tip canlı türlerinden biriydi Kaybedenler Spor Kulübü’nü kuran yaratıklar.İnsanlara çok benzeyen bu yaratıklardan bazıları, ilerde evrimleşip insan olacaklarını dahi düşünüyorlardı.

Zaten çok da farklı değildiler insanlardan. Sadece kısaydılar biraz(en uzunları bir karış gelmiyordu). Onlarda düşünebiliyor,konuşabiliyor, müzik dinleyebiliyor, spor yapabiliyorlardı.

Tutkuyla yaptıkları işlerin de en büyüğüydü futbol.İşte, Kaybedenler Spor Kulübü’nün acıklı hikayesi burada başladı…

Hayat harikaydı Kaybedenler Spor Kulübü oyuncuları için.Taki, bir hazırlık maçı için Türkiye’nin yolunu tutmalarına dek…

-to be continued-

10 Ağustos 2011 Çarşamba

Zamanın Ötesi, Cemşit ve Uluslararası İlişkiler

Beyaz Saray'ın kuzeydoğu köşesinde, yani sarayın resmi kütüphanesinde her haftasonu ilginç bir olay yaşanır.
Yerden yaklaşık 90 cm yüksekte bazen sarı, bazen şeffaf bir sıvı belirir. Sıvı yatay bir düzlem izleyerek aşağı doğru akmaya başlar, ardından yere 50-55 cm. kala boşlukta kaybolur.
Olaya ilk şahit olan kütüphane görevlisi Ronald Wilson Reagan, elindeki kahve fincanını deve tüyü halıya düşürür. Ardından telaşla güvenlikten sorumlu ajanlara durumu bildirir.
Kütüphane abluka altına alınır, kimyasal ve biyolojik saldırı analizleri yapılır, Başkan'ın korumaları tam teyakkuza geçer, tüm güvenlik kayıtları incelenir.
Sıvı kayıt altına alınmıştır.
Ertesi gün aynı olay yaşandığında, kütüphane bilimadamlarıyla dolar. Tekrar yaşanana dek araştırmalar sürer ve ertesi hafta...
BUM!!
Sıvıdan bir parça ele geçirilir.
Analizler yapılır ve...
Bunun insan idrarı olduğu ortaya çıkar...
Bazı kişiler bu duruma çok kızar.
Bu yeni bir terör yöntemi midir? Işınlanmayı ABD'den önce bulan bir devlet Amerika'yla dalga mı geçmeye çalışıyordur? Yoksa bu, ABD'yi küçük düşürme yöntemi midir?
Bilimadamları çeşitli teoriler ortaya atarken CIA komplo teorisyenleri de boş durmaz. 
Tüm bunlar olurken, NASA görevlilerinden biri öne çıkar.
Hindistan'lı Genç Profesör Jerrah Bekkarh...
Bir teorisi vardır...


"Zamanın Ötesine İşeyen Çocuk..."



Ancak ne yazık ki, burası Amerika'ydı... Böyle bir saçmalığa kimsenin ayıracak vakti yoktu...
CIA tüm başkentlerle görüşmeye başladı, ve kaos bununla daha da büyüdü.

Sıvı, dünyanın her yerinde aynı anda ortaya çıkıyor, aynı anda kayboluyordu...
Moskova, Tahran, Pekin, Havana, Buenos Aires... Ve daha onlarcası...

Ve her yerde ortaya atılan mantıklı bir teori vardır...
Hindistan'lı Genç Profesör Jerrah Bekkarh'ın teorisi...

"Zamanın Ötesine İşeyen Çocuk..."
Her biri, farklı bir Bekkarh tarafından...

Kaos başlamıştır...





9 Ağustos 2011 Salı

Çekirdekten Yetişme 2



Her sporda olduğu gibi, boğa rodeosunda da bir altyapı mevcut.
Altyapıda kullanılan binekler ise büyükbaş yerine küçükbaş.
..

Zamanın Ötesi, Cemşit ve Sanat Merakı

Louvre Müzesinde her haftasonu ilginç bir olay yaşanır.
1989 yılında bitirilen üç piramitten büyük olanı müzenin ana girişidir. İşte bu büyük piramidin en üst noktasında her cumartesi pazar günü yaklaşık 25 santimlik (bazen sarı, bazen şeffaf) bir sıvı belirir. Piramidin tepe noktasının 10 cm üstünde ortaya çıkar, akmaya başlar, piramidi deler ve on beş cm. aktıktan sonra kaybolur.
Olay yaklaşık olarak on saniye sürer fakat herkesi şok edecek kadar etkilidir.
Olay ilk ortaya çıktığında, henüz piramidin tepesinde bir delik yoktur. Bir cumartesi günü saat 15:38de müzenin alarmı çalmaya başlar, tüm tablolar, sanat eserleri kapanlarla koruma altına alınır, tüm güvenlik görevlileri hazırlanır, müzeye polisler doluşur.
Bulunan tek şey, Piramidin tepesindeki delik, yere düşen küçük cam ve çelik parçasıdır.
Garip olan şey, bir camın ve çeliğin asla böyle kırılamayacak oluşudur...
Sadece ufacık bir delik ve pürüzsüz bir kesik vardır.
Hasar onarılır, her şey yoluna koyulur. Ve ertesi gün saat 15:13 te alarm tekrar çalar.
Aynı hasar...
Fakat bu kez bir görgü tanığı vardır.
Jarnac'lı bir temizlikçi olan François Mitterrand, olay esnasında piramidin rutin bakımını yapmaktadır. Ve sıvının gidişatını saniye saniye görmüştür.
Fakat kimse inanmaz.
Ertesi hafta da aynı şey yaşanınca, piramidin tepesi gözetlenmeye başlanır ve olay kaydedilir.
Çeşitli teoriler ortaya atılır.
Uzmanlarla konuşulur, analizler yapılır ve...
Sıvının insan idrarı olduğu ortaya çıkar...
Bu pek çok kişiyi kızdırmıştır, medya olaya atlar ve herkesin beklediği kahraman ortaya çıkar:

Hindistan'lı Genç Profesör Jerrah Bekkarh.
Sanat tarihi profesörü olan Louvre Müzesi görevlisi Bekkarh ortaya sarsıcı bir teori atar.


"Zamanın Ötesine İşeyen Çocuk..."





Gencebay dinledikten sonra gelen sessizlik

Orhan Gencebay'ın eski bir şarkısı, Dertler Benim Olsun çalıyordu.

"Bir zamanlar benim sevgilimdin": Kurşunları doldurup şarjörü taktım.

"Yanımdayken bile hasretimdin": Sig Sauer'i [P 220] elimde evirip çevirdim.

"Şimdi başka bir aşk buldun": Namluyu televizyonun üstündeki kirli yemek tabaklarına doğrulttum.

"Mutluluk senin olsun": Silahı ateşledim...

Dumanı tüten tabancama sarılmış ağlıyordum. Namluyla gözlerimi sildim. Gözyaşım cıva gibi, tabancanın içine damlıyordu.

Bu şarkı beni bir cinayet şampiyonasına hazırlayan antrenörün hipnotik telkinlerinden oluşuyordu sanki.
Bildiğim bir şey varsa, Gencebay dinledikten sonra gelen sessizlik de Gencebay'dır.

(S:196, Korkma Ben Varım/Murat Menteş)

Zamanın Ötesi, Cemşit ve Uzay Fiziği

Conseil Européen pour la Recherche Nucléaire, yani bilinen adıyla CERN'de her haftasonu ilginç bir olay yaşanır.
Tesisin kuzeydoğusunda,cumartesi ve pazar günleri saat üçü geçtikten sonra bazen sarı, bazen şeffaf bir sıvı, yerden 50-55 cm yüksekte belirir ve yere 30-35 cm kala kaybolur. Parçacık hızlandırıcının hemen yanı başında gerçekleşen bu olay, her haftasonu nöbete kalan İtalyan fizikçi Girolamo Fracastro'nun gözünden kaçmaz.
Fracastro, tam da büyük çarpışmadan altı gün sonra gerçekleşen bu olayı özel görelilik kuramına göre LHC'deki protonların ışık hızının %99.999998'sine kadar hızlanınca protonun kütlesi de 7000 katına (7 TeV) çıkacağı öngörüsüne bağlar. 
Ne yazık ki kendisi büyük bir fiziksel çelişki içindedir.
Diğer fizikçilere de haber veren Fracastro, tüm bilimadamlarıyla birlikte hararetli bir tartışmaya girişir. Profesörler olayı inceler, yeni teoriler ortaya atılır.
Sonunda sıvının analizi yapılır ve...
Bunun insan idrarı olduğu ortaya çıkar.
Herkes büyük bir şok içerisindedir...
İşte o zaman,
Hindistan'lı Genç Profesör Jerrah Bekkarh'ın ses getiren teorisi ortaya atılır.



"Zamanın Ötesine İşeyen Çocuk..."



5 Ağustos 2011 Cuma

Zamanın Ötesi ve Cemşit

Oxforfd Üniversitesinin kuzeydoğu kampüsünde her haftasonu ilginç bir olay yaşanır.
Saat üçü geçtikten sonra, çimenlik alanda bazen sarı, bazen şeffaf bir sıvı, yerden 20-25 cm yüksekte belirir ve çimlere akmaya başlar.
Bazı haftasonları bu olay olmaz.
Olayın farkedilişi Frank Tobby tarafından gerçekleşmişti. Denizciler Kulübü başkanı olan ve Futbol takımında ön libero olarak görev yapan Tobby, güz döneminin ikinci haftasonunda kuzey kampüsü çimlerinin üzerinde ve aynı zamanda sevgilisinin dizlerinde yatarken, yüzünde bir ıslaklık hisseder.
Daha sonra arkadaşlarına bu olayı anlatan Tobby, sıvının hiçlikten belirdiğini ve ılık olduğunu belirtir.
Her gün olayın geçtiği yere gider ve ertesi hafta tekrar aynı şeye şahit olur.
Bir sonraki hafta olay gerçekleşirken Tobby'nin yanında bir öğretim görevlisi vardır. İkisi de olayı şaşkınlıkla izler.
Öğretim Görevlisi Daniel Alfonso Mitchell, bölüm profesörlerine bu akıl almaz olayı  izlemeleri için yalvarır.
Profesörlerden oluşan topluluk gelir ve bu yokluktan ortaya çıkan sıvının etrafında şok olurlar.
Çeşitli teoriler ortaya atılır. Kimisi bunun atmosferik bir olay olduğunda ısrar etmektedir.
Sonunda sıvının analizi yapılır ve...
Bunun insan idrarı olduğu ortaya çıkar.
İşte o zaman, Hindistan'lı Genç Profesör Jerrah Bekkarh'ın ses getiren teorisi ortaya atılır.


"Zamanın Ötesine İşeyen Çocuk..."


Killer Drummer


Bir zamanlar, İstanbul'un güzide bir semtinde yaşayan bir adam vardı. Sonra semtindeki bütün ramazan davulcularını öldürdü!
not:bu hikayede anlatılan olay gerçek değilse bile birkaç gün içinde gerçekleşebilir.

4 Ağustos 2011 Perşembe

Söz

Her Esmeralda'nın gönlünde bir Quasimodo yatar
..

şiir

Ölmek istiyordu
ama birde
bilinmek-tanınmak- istiyordu.
ne kadar da farklı istekler.
ya
nasıl bilinirdi ölürse?
-bilinemezdi-
yada iyi bilinirdi
..