25 Ağustos 2013 Pazar

İki Meczup Bir Diyalog

E: ne yaptın?
E: geldin mi?
E: yaşıyor musun?
S: emin değilim.
E: yolun sonuna varmadan yoldan çıkmak dirayetin pozudur.
S: öyleyse ihtiyaç fazlası dirayete muktedir olmuşum da çıngıraklarım farkına varmamış.
E: farkına vardığın anları sepete doldursan kudretini geçmişinle değiştirmek zorunda kalırsın.
S: geçmişe can feda, geleceğe elveda!
E: kitapların sonunu okumayı bırakmalısın.
S: ama o zaman ölüm anlamsızlaşır.
E: canını dinine takmış bir derviş ayağına takılan yastığı başına koyar.
S: artık yaşadığıma eminim.
E: neredesin?
S: zincirlikuyu mezarlığı!?

A. Eyüp Harput

15 Temmuz 2013 Pazartesi

Ölmeden Evvel İzleseniz İyi Olur Dediğim Filmler

Kendimi bir film eleştirmeni olabilecek seviyede görmüyorum ama kendi çapımda iyi film izleyen birisi olarak, film seçkisi yapmak istedim. Film değerlendirmesi yapmayı kendi haddime görmediğim için bu yolu seçtim. IMDb diye bir site var, çoğu kişi biliyordur zaten. Orada 10 üzerinden 7 puan ve üstü verdiğim filmleri koydum bu seçkiye. Puanlamalar çok değişken aslında. Buradaki filmlere tekrar puan verdirseniz sıralamalar değişir belki de. Ama yaklaşık olarak buradaki sıralama bu filmlere olan beğenimi de gösteriyor. Neyse lafı çok uzattım, herkese iyi seyirler...

Dipnot: Bu yazıyı ilk yazdığımda listede 189 film vardı, Bu yüzden ilk metindeki "Buradaki 189 filme..." diye geçen kısmı değiştirmemiştim ve her yeni 7-puan-üzeri film izlediğimde bunu da listeye en üstten ekleyip ve başlığı yeniliyordum. Şimdi daha pratik olması açısından IMDb'de yaptığım puanlama listesinin linkini paylaşıyorum aşağıda. Bu linke tıklayarak hem benim verdiğim puanları görebilir hem de IMDb'de topluluğun verdiği puanı görebilirsiniz. Tekrardan iyi seyirler dilerim...

İşte o liste:
https://www.imdb.com/user/ur25360660/ratings?sort=your_rating,desc&ratingFilter=0&mode=detail&ref_=undefined&lastPosition=0

12 Temmuz 2013 Cuma

galiba Allahım



onu galiba
ben öldürdüm.
evet hala emin değilim,
ben mi öldürdüm
yoksa bir rüzgara mı kurban gitti kadim dostum.

ellerime alınca titremeseydi
ağlamazdım şimdi.
bir erkek asla ağlamaz
gerekmedikçe.
o da bir erkekti
ve onu galiba ben öldürdüm.
evet hala emin değilim.

sağ kolundaki iltihap
kurumuş muydu serin bir yaylada yoksa
yoksa daha mı kabarmıştı ağrıları
şu cehennemden tadımlık güneşin altında.

bilmiyorum Allahım
bilmiyorum.
kahrediyor beni bu cahiliyet.
arka fonda
gnossienne çalıyordu sanırım
o öldüğünde.

evet evet onu galiba
ben öldürdüm.
bu acı hiç geçecek mi acaba
ya da
bir gün geçmeyecek mi.

Allahım zalimdim
zulmüm bana ters köşe yaptı.
futbolu sevmediğim kadar sevmiştim oysaki o adamı.

ama galiba onu
ben öldürdüm.
evet hala emin değilim.
kancık bir yaz akşamı onun katili olamayacak kadar masum duruyor.
bense şu kıvır kıvır sakallarımla
bir gasil hane memurundan halliceyim.

Allahım kurtar beni bu azabdan
olmaz mı?
istemeden oldu
yemin ederim
istemeden oldu.
isteyerek adam
öldürür mü hiç insan.

ben öldürmedim onu
Allahım
bu yük omuzlarımın haddinden çok yukarda.

kurtar beni şu vicdandan
yoksa alıp başımı gideceğim Allahım.
güneş bile daha serin olabilir
şu berbat yataktan.

Allahım o adamı
artık eminim
ben öldürdüm onu.
sen de beni öldür
de kalmasın üzerimde kanı.
al lütfen şu canı!

mukkâtil

Hazıra Nâzır - Bir Modernite Reddiyesi


Her yer köşe yazısı, her yer komplo, her yer idea, her yer kin.
Bu kadar meçhul ve muğlak içersinde dahi herkes ne kadar da emin.
E düşünmek yorucu ve sıkıcı tabi, düşünmeye ne hâcet?
Al hazır fikri, ezberle sloganı, haykır "hakikat"i (!) gitsin.

Modernite bizlere iki şey sundu: “emin”lik ve “hazır”lık.

Batının “emniyeti” bize pek uymadı doğrusu. Çünkü sabit bir hakikati olan İslâm âleminin bir mürşid arayışı yoktu. Fakat eski pusulasını parçalayıp toprağın iki metre altına gömmüş olan yeniçağ avrupası için yeni bir gösterge lazımdı. Ve belirlendi “mürşid”: Bilim. 


Pozitivizmi dini belleyen avrupa bize uzaktı artık. İslâm âlemi için bilgi ancak bir araç olabilirdi. Bilim, hakikatten sunulan bir parçaydı yalnızca veya hakikate götüren bir tarîk. Hâl-i hazırdaki post modern batı toplumuna baktığımızda da, yaptığı putları yemeye alışmış olan Avrupa cahiliyyesinin şimdilerde hakikatin izafîliğinden ve çokkültürlülükten dem vurduğunu görürüz. Ne de olsa hedefsiz bir kurşun döner durur sahibini vurur. Neyse mevzum şimdilik bu değil.


Eminlik bir yana; hazıra tamah, maalesef ki İslâm toplumlarına da fena halde tutkallanmıştır. Hazırdan kastım yalnızca hazır yemek, hazır giyim vesaire gibi şeyler değil. Hazır fikir, hazır söz, hazır taraf, hazır fikriyat… Modernite tüm insanlığın kulağını “Yorma kendini, boşveeer! Bak burada hazırı var gardaş” diye tırmaladı. Cemil Meriç’in “ideolojiler”le alıp veremediği de budur işte! Fikrin hazırı olmaz! Hayatını bir futbol taraftarı gibi sloganlarla ikame ve idame ettiremezsin! Düşünmek zorundasın ey insanoğlu! Düşünmek zorundasın. Ki düşünmemek, Allah’ın sana verdiği -belki de- en büyük nimete şükürsüzlüktür.


إِنَّ شَرَّ الدَّوَابَّ عِندَ اللّهِ الصُّمُّ الْبُكْمُ الَّذِينَ لاَ يَعْقِلُونَ
“Yeryüzünde dolaşan canlıların Allah katında en kötüsü akletmeyen* o sağır ve dilsizlerdir.”
Enfâl - 22

*: Türkçede tam karşılığı olmayan عقِل kelimesine mealen "akletmek" fiilini kullansam da, tam manasıyla ifade edemediği için bu şerhi düşme gereği hissettim. عقِل'ın ingilizcedeki karşılığı olan “to reason” kelimesi için bkz.: http://en.wiktionary.org/wiki/reason


A. Eyüp Harput

19 Mayıs 2013 Pazar

Meçhul Zihinlere Veda Busesi



Arada kalmışlığın hüznünü yaşarken, bir yandan da… Daha yirmi yaşındayken hayatın kısa bir özetinde dalgalandığını sanan cühelâdan yalnızca biriyim.

Çirkin bir fragmanın hiç umursanmayan ayrıntısında, arafın püsküllü tatsızlığını yumruklarken yazdığım bu satırların, dünya edebiyat tecmiasına hiçbir şey katmadığını yalnızca tahmin edebiliyorum. Lâkin, yazmak denen kahpe kültürsüzlüğün acı hicabını damarlarımdan atacak mukavemete henüz sahip değilim. Uyuşmuş beyninin, biçare parmaklarına haykırdığı iktidarsızlığı yazmakta arayan her cahil gibi, ‘minvaline bir türlü erişemediğim yaşamak’ın hain sancılarına parmak basmaktan sıkılmadığımı söylersem, dünyanın en büyük ikinci yalanını -acz ve fakrını önemseyemeyen- meçhul zihinlere püskürtmekten başka bir şey yapmış olmam. Ki bundan zevk duyarım.

Uzun -ve belki de anlaşılmaz- bir kelam silsilesine burada son vermek ve şuursuzluk bulamacına fikirlerimi banmak üzere şimdilik elveda.

Selâmetle

safaret

17 Nisan 2013 Çarşamba

Kahraman Kedi Gazanfer



          Karnımda hissettiğim sıcaklık ve yaklaşık 5 kiloluk ağırlık yüzünden olsa gerek yavaşça gözlerimi araladım.Yine salondaki koltukta sızmışım.Güneş çoktan doğmuş.Tahminime göre saat 3 civarı olmalı.Başımda dayanılmaz seviyede bir ağrı var.Başımdaki ağrı National Geographic'te izlediğim filleri getiriyor aklıma.Bununla beraber camdan odaya süzülen güneş ise sinirimi bozuyor.Hayattan bu kadar soğuduğum başka bir gün hatırlamıyorum sanırım.
          Karnımda oturmuş bana dik dik bakan dedemden kalan İran kedimle göz göze geliyoruz.O da sinirimi bozuyor.Kafasına vurmak suretiyle üstümden indiriyorum.Koltuktan belim tutulmuş,sol kolum uyuşmuş,ağzım ise kurumuş bir halde doğrulmaya çalışıyorum.
          Koltukta oturmaya devam ediyorum.Kalkmaya kesinlikle halim yok.İlk dikkatimi çeken ise evin bok içindeki hali oluyor.Yaklaşık bir aydır evde hiç bir şeye elimi sürmedim.Bir de dün akşamdan kalan bira şişeleri ve hemen yanında duran midemin dışarı çıkmış hali berbat gözüküyor.Köşede duran kedi kumuna takılıyor gözüm.Hayvanın pisliği kumu aşmış,parkeye kadar akmış.Gazanfer'e yaptıklarından dolayı içimden küfür ederken "nereye yapıcam"?' sorusuyla irkiliyorum.
          Evde sadece ben ve Gazanfer olduğuna göre, ya Gazanfer konuştu ya da ben kafayı yedim.Düşününce iki seçeneğinde berbat olduğuna karar veriyorum. ''Hişş hacı sana diyorum, halıya mı yapayım ? Nereye sıçacağım ?'' diyor aynı ses.Sanırım korkudan titremeye başlıyorum.Cesaretimi toplayıp sordum : ''Gazanfer?'' ''Sonunda duydu ibiş, temizleyecek misin lan şu kumu? Akşamdan beri tutuyorum ! '' dedi kedi.''-Se se sen konuşuyorsun ! '' demeye çalıştım kekeleyerek.''Ben hep konuşuyorum da dinleyen kim? Anca işine gelince duy anasını satayım.'' dedi.

          Başımdaki filler iyice iplerini kopardı.İşten kovuldum,terkedildim ve kedim Gazanfer ile muhabbet ediyorum.''Abi Allah aşkına temizle artık işimi göreyim sonra uzun uzun konuşuruz'' dedi hafif sinirli bir sesle. Daha fazla uzatmadan dediğini yaptım. Biraz önce benimle konuşan kedi, temizlenmiş kuma oturup bir güzel işini gördükten sonra yalanıp bana yaklaştı.''Takdir edersin ki hijyen önemli abi, yapamazdım o kuma biliyorsun. Ayrıca bir kız yüzünden ne hale geldin be hacı , sana kız mı yok ? Bırak şu kaşarı, zaten sana göre değildi'' dedi.
          Arkadaş teselli etmeye çalışan , ergen liseliye dönüşen İran kedimden bir an soğudum ve sordum; ''Şimdi mi kaşar oldu lan !? Getirdiği sütleri,mamaları mideye indirirken ,göbeğini kaşıtırken iyiydi ?''
 ''O başka abi, aç mı gezelim ? Süt demişken bir duble süt koy da kahvaltımızı edelim, yolumuzu bulalım yavaştan.'' dedi. Mutfağa gittim. Sütü kaseye koyup salona yürümeye başladım.Sol kolumdaki uyuşukluk geçeceği yerde iyice artmıştı. İşin kötüsü ağrı göğsüme yayılmaya başlamıştı. Kıçım açık yattığım için ağrıyor diye düşündüm. Kaseyi önüne koyar koymaz Gazanfer süte yumuldu. Bir yandan sütünü içip bir yandan konuşmaya devam etti.''Bu ayrılık sana hiç yaramadı, berduşa döndün. İşin kötüsü bütün maaşı da alkole yatırdın. Bizim vitaminli yemler, balıklı krakerler yalan oldu. 20 gündür süte ekmek banıp yemeye çalışıyorum. Bir de geçen gün Ayşe teyzenin getirdiği kapuskayı yedim düşün halimi, adam ol topla kendini.'' dedi.

          Duyduklarım karşısında şok olmuştum. Bir kediyle karşılıklı oturmuş hayatım üzerine yaptığı değerlendirmeleri dinliyordum ! Son bir ayda öğüt vermeyen bir tek -26 yaşında , 5 kilo ağırlığında, günün 17 saatini uyuyarak geçiren kedim Gazanfer kalmıştı, o da kafayı yediğime kanıt olmak istercesine konuşmaya başlamıştı..Bir anlık gazla masanın üzerinde duran ekmek bıçağını almak için ayağa fırladım. Kalkmamla beraber sırtımdan aşağı soğuk terler boşaldı, gözüm karardı. Hatırladığım son şey gözüm kapanırken Gazanfer'in bana bakışıydı.

           "Gözümü tekrar açtığımda ise işte buradayım. Önce öldüğümü zannetttim , ama daha sonra hastane odasında yattığımı fark etttim., Bu anlatıklarıma inanıyorsun değil mi Ayten ?'' diye sordum.''Ömer son zamanlarda bir şey kullandın mı ? Ayrıldıktan sonra bu hale getirmeyecektik hani? İki olgun insan gibi bitirecektik, Şu olanlara bak !? '' diye cevap verdi.
  Eminim ki konuşmaya devam edecekti fakat odaya giren doktor yüzünden susmak zorunda kaldı.'' - Ooo bakıyorum hastamız uyanmış, sevdiceğiyle aşk tazeliyor''diye meymenetsizleşti sigara içmekten bıyıkları sararmış çirkin doktor. ''Ne oldu bana ?'' diye sordum. ''Kalp krizi geçirdiniz Ömer Bey. Neyse ki başarılı bir ameliyattan sonra şu an durumunuz iyi '' dedi.
            ''Peki buraya nasıl geldim ?'' diye şaşırdım. ''Arkadaşınız ambulansı tam zamanında aramış. Gerçi arayıp ortadan kaybolmuş herhalde. Evinizde kediden başkası olmadığına göre. Neyse artık bunları düşünmeyin ve dinlenin'' diyerek odadan çıktı.
           
           Doktor odadan çıktıktan sonra başıma gelenlerden dolayı ilk kez şükretme şansı elde ettim. Evet kalp krizi geçirmiştim,ölümün eşiğinden dönmüştüm ama 1 ay sonra ilk kez Ayten'i görmüştüm.Kendimi de kanıtlamıştım, ambulans çağıran Gazanfer'den başkası değildi. Söylediklerimin doğru olmasının zaferiyle Ayten'e dönmüştüm ki Ayten'in oturduğu sandalyede bembeyaz olduğunu gördüm. Sordum ''Ayten iyi misin?'' İyi olmadığı belliydi, titriyordu.Kazandığım zaferin etkisiyle kafamı öbür tarafa çevirmemle ,Ayten'in yere düştüğünde çıkardığı sesi duymam bir oldu. Sakince seslendim; ''Doktor Bey bakar mısınız? Ayten bayıldı da''.

12 Nisan 2013 Cuma

Ahmak


Bomba patladığında birkaç çocuk ağlamayı kesmiş tünelde. “Niye?“ diye sordum. Annesi hissizce baktı. Nereden bilecekti zaten? Bir adamın arzusu kanlanmış yerlere saçılıyordu. Tünelden çıkmaya niyetlendim elimde kardeşimin bilet koçanı, birikmiş bir bıkkınlık ve yersiz bir öfkeyle. Biraz yürüyünce yıkılmış bir bölmeden yüzeye çıkmayı becerebildim. Ne fena, dışarının havası tünelden daha boğucuysa fena işte. Savaşların böyle olduğunu bilmezdim. Öyle bir savaş ki kahramanlığın yanından bile geçemem. Oradan oraya köstebek gibi koşturmak düşer ancak. Ve elbet, ben o nefret ettiğin yalancıyım! Yüzüme bakmak bile acı veriyor değil mi? En çok da sana hayret ediyorum zaten, onca şeyi bilip bana hala bakabildiğinden.Ak bir ağıt değil çünkü yaktıkları meydanda. Aslında olurdum ki ne kahraman olurdum, bir bilet koçanı olmasaydı elimde.Çeldim mi kendimi?Çeliştim mi titrek korkaklığımla? Kalbinin üstüne bir ufak zırh kondurmuştu savaşa gitmeden önce, üzerinde bir saka motifi vardı. Koçanın üzerinde de var ancak ölümden korumaz işte insanı. Savaş inince yeryüzüne bir kardeşin diğerini bulması ne zor. Yanık bir şehrin insanı kucaklaması o denli zor olmuyor gerçi, yıkıntılar bir güzel saklıyor umutsuzluğunuzu. Su kanıyorsa sana ne bahşedilecek bundan az düşün ahmaklığını. Gökler yarılıp akşam yıldızı sana mı koşacak sandın bir anda? Elbet işkenceye dayanır sandı haspam, elbet birilerine karşı koyabilir sandı. Ahmaklık, onun yok işte dönüşü, tedavisi, çıkar yolu.Bomba patladığında bir çocuk ağlamayı kesiyorsa sen ağlamaya başlayacaksın. Başla ki tüm ahmaklar inansın varlığına ve birliğine. Elinde bir bilet koçanıyla bir tepeyi aşabilirsin işte o an. Birilerini tahtından edip o kan bahşedilen yeryüzüne oturabilirsin haşmetinle. Ancak dikkat et, kan pek çok ahmağın cesaretini taşır.

İşte o cesaret seni de, beni de yakar Biricik..


5 Nisan 2013 Cuma

Doyulmayan Dingillikler


Ne kaza ama. Sanki başına gelmiş gibi. Bir heykel yıkılmış diyorlar. Senin miydi? Az kullanılmış, paslanmaz çelikmiş. Hiç duymamıştım böylesini, niye paslanmıyor? Eskimeyecekse bir heykel neye yarar söyle! Açık ara herkesten fena kullanırdım yeminle fena kullanırdım. Sahi, niye bende yok? Yap bi kıyak, şöyle güzelinden  bir tane konduralım oturma odasına. Tapmalık olsun dikkat et, tanrılar dolsun. Girer girmez selam çakası gelsin insanın ki bir işe yarasın. Yontabilir misin tapılası bir şeyler güzelim? Kervanlar yürütse de it öldürmesin. Etliye sütlüye ültimatom versin de dalaşmasın zevkine değil mi? Ahh, karışmasa ya özgürlüğüne... Bu arada, tek bir nefeste kaça kadar sayabilirsin? Şimdi saymaya başlasam inandıramam seni. Geçen eve gittim, yoktun. Hiç olmuyorsun. Bazen bana inat diyorum bu yok oluşlar. Öyle mi cidden? Güzelim, zaten akil adam seçilemedim gelme bu sıralar üstüme. Oturup parçalanmam lazım. Ama havalı bir ad bulamıyorum işte. Yapısal parçalanayım diyorum, onu da kopanlar götürdü. Sen, bir miktar kayboluyorsun. Ben, etrafa bakınıyorum. Bir şey bulamadıkça daha da bakınıyorum. Böyle de bir dingillik işte..  

25 Mart 2013 Pazartesi

Baha,Vaha,Baht,Rahat,Karanlık..


İki gıdım olan batmasa. Ne tuhaf. Ne tuhaf sen bile. Boğazında bir gıcık düğümlenmese mesela. O son nefesi alıp da vermese. Vermese de sen alsan o nefesi. Bir kaç çöl aşsan kısa bir aralıkta. Aşsan da bana bir avuç versen kumların haşyetinden artakalan huzuru. O güneşin taşışındaki üç beş karaltıyı toplasaydın ya ufak bir keseye. Sığmaz diye korkmasaydın karanlık sığar çünkü her yere. Sığar biliyorum ceplerim onlar dolu. Ceplerimde anahtarlar da var, işe yaramaz fişler, şeker ambalajları, yanık mumlar.. Yanık mumlar geceyi hep aydınlatmaz aslında. Zaten geceler aydınlanmaz ışığa yer açarlar hafif hafif. Devrik cümlelerde kullanılmaz mesela geceler. Sen,ben ikimiz. Bir devrik cümle kuramadık ya hep ondan. İki gıdım olan rahat orada battı işte.  

11 Şubat 2013 Pazartesi

Arapça Öğrenmek



                Ömer Faruk, bir Amerikan Üniversitesinde hoca. Konusu: İslamiyet. Çeşitli mabetlerde dolaştıktan sonra, hidayete ermiş. Koyu ve inanmış bir Müslüman. Vahdet düşüncesine bir parça da Spinoza’dan gelmiş. Fakat asıl mürşidi: Malcom X. Deli mi, dâhi mi, bilmiyorum. Muhakkak olan şu ki bir Amerikan Üniversitesinde hoca. Hayatını ilayı kelimetullah’a vakfetmiş, hiç de abuk sabuk konuşmuyor. İslâm’ın insanlık için tek kurtuluş olduğuna inanıyor. Çağımızın şaşkın aydınlarına seslenirken Protestan bir Amerikalının bütün kültür mirasına dayanmaktadır. Yani bu çiçeği burnunda Müslüman, geri kalmış ülkelerin şapşal aydınlarından çok farklı. Politika, karar vermek mevkii, diyor. Müslüman politikanın dışında kalamaz. Ve sözde Müslüman ülkelerin gençliğine tavsiyesi  “Arapça öğreniniz”. Mekteplerinizde Arapça okutulmalı. Kendisi, İslâm fıkhı üzerine çalışmaktadır. İsmini bile bilediğim birçok İslâm fakihinin çağımız insanına yol göstereceğini iddia etmektedir. 1980’de neşredilmiş nefis bir mülakattan öğreniyoruz bunları. Konuşmayı yapan Erzurum Üniversitesinde bir asistan. Kaç kişi okumuş, kaç kişi üzerine düşünmüş. Allah’a malum!
                Kimsenin bilgiye, tefekküre, tarihe tahammülü yok. Marx, tadsız ve ukala bir yol arkadaşı. Onun yerini Debray’ler, Che Guavera’lar aldı. Silahı kapınca belli cinayetler işleyecek, kurulu düzeni serseme çevirecek ve kaşla göz arasında iktidara kurulacaksın. Sol’un bu aceleciliği Müslüman gençliğini de yakalamışa benziyor. İran’daki inkılap da, Güney Amerika’daki ayaklanmalar gibi meccani bir zafer sağlayacak ve bütün insanlık takdir-i ilahi sayesinde İslâm’ın üstünlüğünü temsil edecekti. Aynı sihri düşününce, sosyal meseleler önünde aynı şuursuzluk. Anlamak istemiyoruz ki hiçbir zafer bedava kazanılmaz. Mucizeler çağında yaşamıyoruz. Çetin ve sıkıntılı hazırlıklara ihtiyacımız var. İran veya Turan veya Güney Amerika, uyanıkken görülen birer rüyâdır. Hiçbir inkılâp birikimsiz olmaz. Hiçbir inkılâp bir ithal metâı değildir.
                Ne kadar yazık! Bir Ömer Faruk’un irfan ve iz’anı ile yarını kuracak Müslüman gençliğimizin idraksizliğini mukayese edince, yüzümüz kızarıyor. Ömer Faruk İslâm’ı tanımak için ilk adım Arapça öğrenmektir diyor. Bu ihtiyacı duyan kaç Türk aydını var? Bırakın Arapça öğrenmeyi, Osmanlıcadan ne haber? 1917’lerde İstanbul Darül Fünûnunda Arap Edebiyatı okutulmuş. Bağdatlı Müderriszade Mehmet Fehmi  efendi derslerini “Arap Edebiyatı Tarihi” adıyla yayımlamağa başlamış. Cahiliye devrini ele alan birinci cilt dokuz yüz sayfalık bir hazin. Kapağını açan kaç kişi var? Hazretin hal tercümesini hiçbir yerde bulamadım. Üstat bizim görmemize, okumamıza imkan olmayan başlıca me’hazları taramış. Bir Huart’dan, bir Blachére’den daha büyük bir selahiyet. Humeyni’nin beyanatları varken Fehmi efendiyi kim okur? William Jones’un Muallakat tercümelerini düşünüyorum. Edward Said’in ithamları geliyor aklıma: Oryantalistler ajandırlar. Belki doğru. Ama neyin ajanı? Adam Farsçanın zamanımıza kadar muteber bir gramerini Fransızca olarak kaleme almış, Nâdir Şah tarihini Voltaire’in diline kazandırmış. Osmanlı Edebiyatının İran ve Arap edebiyatları içinde çok orijinl bir yeri olduğunu delilleriyle isbat etmiş. Ajan bu mu? Biz yarım asır önce yazılan bir “Arap Edebiyatı Tarihi”nden habersiziz. Ne İmrul Kays’ı tanıyoruz, ne Sûk ul Ükkaz’ı. Ajan biz miyiz acaba, Batılılar mı?
                Sol’un yerli şeyhülislamları Saint Simon’u okumayınız diye fetvâlar ısdâr eder, sağ M. Şemseddin’in “İslâmda Tarih ve Müverrihler”ini unutturmaya çalışır, Fehmi efendi’nin abide kitabı unutulur ve unutturulurken bu ölü kalabalığın tecessüsünü hangi İsrafil sûru canlandırabilir. Ömer Faruk elbette ki dikkati çekmez.
                Burke hakkındaki makaleyi çevirirken bunları düşünüyordum. Burke, kendini korumak isteyen bir dünyanın peygamberi idi. Yaşıyan ve yaşıyacak olan bir dünyanın. Tutucu imiş. Sevsinler tutuculuğu! Burke’ün dediği gibi, can-ı gönülden yapılan her şey güzeldir. Biz hiçbir şeyi can-ı gönülden yapmıyoruz. Onun için davranışlarımızda ciddiyet ve samimiyet yok. Acaba harfler değişmese, netice çok mu farklı olurdu? Birim yokluğunun bütün günahını harf inkılâbına yükleyebilir miyiz? Sanmıyorum. Cezmi Ertuğrul’un “Dil ve Edebiyatı” ile Fehmi efendinin “Tarih-i Edebiyat-ı Arabiye”si aynı yılda yayımlanmış. Osmanlı büyük bir savaş içindedir. Her iki eser de yankı uyandırmadan yok olup gitmiş. Pekiyi, 28’lere kadar kimse eğilmemiş mi bu kitablara? Cezmi Ertuğrul da Fehmi efendi de tanınmamış birer insan. Birincisi intihar etmiş, ikincisinin akıbeti meçhul. Erol Güngör’ün Hicretin 1500. Yılı münasebetiyle yayımladığı kitap henüz hiçbir yankı uyandırmadı. Samiha Ayverdi’nin “Kölelikten Efendiliğe” adlı risalesi de unutulup gitti. Türk toplumunun Sıfat-ı kâşifesi kadirşinaslıktır. Türk toplumunun ve ölüme mahkum bütün kavimlerin. 

Cemil Meriç 
Kültürden İrfana
Syf.: 279-281
İnsan Yayınları
İstanbul, 1986

31 Ocak 2013 Perşembe

Casusun Dönüşü - Bir Casus Hikayesi 2


Memlekete dönüşüm.(Sağdayım)
          Hava yavaş yavaş kararmaya başladı. Öğlen yemeğimi  Pera Palas’ta yedikten sonra otelden ayrılarak buraya gelmiştim.Tahminimde yanılmadığıma sevinirken yıllardır değişmeyen tek zevki ve alışkanlığının bu olmasına şaşırmıştım.Tam 2.5 saattir onları Eminönü’nde martılara simit atarken izliyorum.
          Dostumun saçlarına (yılların getirdiği yorgunluk ve yıllardan dolayı) hafif aklar düşmüş. O’nu 30 yılı aşkın süredir ilk kez bu mesafeden görmeme rağmen, her zamanki karizmasından eksilen bir durum olmadığını hissediyorum.
          Yıllar önce tam bu noktada son kez konuşmuş, son kez birlikte martılara simit atmış ve ilk kez vedalaşmıştık.  68 model Mustang’imin motor sesini duyup beni fark etmesinden korkarak da olsa arabayı çalıştırmaya cesaret edip eve dönmeye karar veriyorum.
          Merdivenleri ağır ağır çıkarken Yorgo’ya güvenmekle ne kadar iyi yaptığımı fark ediyorum. Bu eski binaya gözü gibi bakmış. Balat’ta ki bu eski,taş Rum binasının önünde yıllar önce sevgili eşi ve onu yağmur altında otururken bulduğumdan beridir benim yanımda yaşıyorlar. Aile yadigarları olan bu taş bina banka borçları yüzünden ellerinden alınmışken borçlarını kapatmam ve onları yanıma almamla başlayan bu uzun hikayemiz buralara geldi. Eşi Eftalya hanımı 10 yıl önce kaybettikten sonra kendini tamamen bu binaya adamış.


          Eski, bakımsız , yıkılmaya yüz tutmuş bir bina olarak görülsede içeride ki durum daha zor. Mesleğimin vermiş olduğu gereksinimleri ve güvenliğimi düşünerek binaya yaptığım eklemeler binayı bakımı daha zor bir yer haline getirmişti. Tank atışına dayanıklı duvarlar, denize veya güvenli bir yere kaçış sağlayan tüneller, mühimmat odaları, dünya çapında iletişim kurmamı sağlayan radar ve çok gelişmiş bilgisayar odaları bunların sadece birkaçı.
          -Hoş geldin bre.10 gündür nerelerdesin, döneceğini söylediğinden beri yol gözler oldum dedi Yorgo. 85 yaşında olmasına rağmen tok sesinden hiç bir şey kaybetmediğini fark ettim.Yorgo’ya uzun uzun sarıldım ve sadece ‘ sonra Yorgo’ diyebildim.
           İşte yıllar yıllar sonra yine yüksek tavanlı,büyük pencereli evimdeyim. Salih’le eski günlerden kalma fotoğraflarımıza bakarken hüzünleniyorum. Karaköy’deki eski ofisin önünde çekildiğimiz fotoğraf ilişiyor gözüme.İkimizin de kanının deli aktığı ofisin bozulmadığı günlerden kalma.Birlikte dünyanın hemen her köşesinde türlü pisliklerden kurtulduğum bu adamla uzun yıllardır görüşmemiş olduğuma inanamıyorum.
           1971 Mart ayında aldığım atamayla beraber Roma’ya gitmem gerekiyordu. CIA , Avrupa genel sorumlusu olarak kendi ekibimi kurmam istediğinde önce dostumla konuşmuş fakat Salih’in memlekette kalma isteği doğrultusunda yollarımız Eminönü’nde bugün öğlen durduğum noktada ayrılmıştı.
           Roma’yla başlayan fakat Avrupa’nın en önemli yerlerinde yükselerek devam eden kariyerimin ışıltısı ve yoğunluğu arasında dostumla olan kırgınlığımız derinleşmiş sanki ikimizin de konuşmaktan çekindiği gizli bir sır olmuştu.
 Acaba yaptıklarımı hissettirmeden izlemiş miydi uzaktan? Kendini istediği zaman ortadan kaybetmekte usta bir adam olan Salih, çocukluk arkadaşı, silah arkadaşı, ortağı olan beni unutmuş muydu ?

30 Ocak 2013 Çarşamba

Sigara İçenlere Ateş Etmeyin

Sigara aleyhtarlığı, sigara içmemekten daha önemli hiçbir özelliği olmayanların ideolojisidir. Sigara içenlere duyulan meşru ve mukaddes nefretin ardında; güvenli bir yer olmaktan çıkan bu dünyada, kendine kurban gözüyle bakmaya başlayan fakat neler olup bittiğini anlayamadığı için, duman çıkararak yerini belli eden tiryakilere körlemesine sataşan gayretkeş zavallıların demokratik ihtişamı var. Ölümlülük karşısında cılız/modern bir itirazla bağdaştırılmaya çalışılan sağlıklılık [geçiciliğinin su götürmez kesinliğine rağmen], sigara içmeyenlere özgü bir ayrıcalıkmış gibi gösteriliyor. Sigara tiryakilerini ölümle tehdit eden militan ruhlu sigara aleyhtarı/insancıl kimseler; sağlam vücutlarının üzerinde sapasağlam bir kafa taşıyorlar ve yatacakları mezarlığın düşman uçakları tarafından günün birinde bombalanmamasını garanti edecek bir antlaşma hazırlamak yerine, sigara içenleri doğru yola çağırmak [hizaya getirmek] için fedakarca vakit/enerji harcıyorlar. Pasif içici olmayı 'şiddetle' reddeden bu fedakar fedailer, sigara içenlere uyarıda bulunma hususunda hiperaktif bir tutum sergilemeye başladılar: Lanetlenmiş gibi her yerde yasak levhalarına toslayan tiryakiler, dumanlı bir kelime olan 'kirlilik'ten birinci derecede sorumlu tutuluyor. Sigara içmek Çernobil faciasıyla örtüştürülürken, klimalar sincaplar için icat edilmiş gibi davranılıyor.

Şu günlerde [20. yüzyılın bitmek bilmeyen son günleri!] televizyonda TC. Sağlık Bakanlığı'nca hazırlanmış bir film gösteriliyor: Güya maymun görünümündeki ilk-el- insanlar, zamanla tüylerini döküp arka ayakları üzerinde dikiliyorlar. Sonraları zihinsel bakımdan da evrilerekten sakal traşı olup, takım elbise giyip bond çanta taşımaya başlayan insanoğlu, çağdaş bir görünüm kazanıyor; fakat o da ne? Meğer bazıları evrimini tamamlayamamış ve nikotin bağımlısı olup çıkmış! Bu filmde nikotin bağımsızı insan tipini, vücudunda başarıyla top sektiren bir Mustafa Denizli [antrenör olanı] canlandırıyor. Etkileyici, değil mi? Kim bilir kaç kişi bu filmi görünce titreyip kendine gelmiş ve bir daha asla sigara içmeme kararı almıştır. Ülke çapında bir akciğer temizliği hedefleniyorsa, bu hedefin önündeki en büyük engel dev nikotinman ordusu değil, zihinsel ve ahlaki imkanların kısıtlılığı ile malul medyanın sürreel zevzekliğidir.

ABD'nin Tenesse eyaletinde, Linda Stewart adlı bir kadın, sürekli sigara içen kocasına ders vermek maksadıyla evini yaktı. Yangını kasten çıkardığını ifade eden Linda Stewart, "yangından bir gün önce kocasının elindeki yanık sigarayla uyuyakaldığını ve yatağını yaktığını" belirterek, kocasına "neler olabileceğini göstermek istediğini" söyledi. Buyur 'Burdan' yak! [Filtreli 'Burdan' sigaraları, yeni çıktı!] ingeborg Bachmann, sigarası yanıkken uyuyakaldığı için çıkan yangında can vermişti ama bugün hiçkimse Bachmann'ı sadece bir sigara tiryakisi olarak anmıyor; o şairdi. Bay Stewart'ın durumunu/hislerini bilemem fakat Bayan Stewart'ın sigara içmemesinde ya da yaşadığı evi ateşe vermesinde harika bir taraf göremiyorum.

idam mahkumunun son sigarasını içmesi, sigaranın işlevsel değerini en yakından görmemizi sağlayan olaydır: Bu son sigara asla bir bağış ya da rüşvet değil ama belki bir borçtur; zaten sigaranın [Çavuşesku dönemindeki Romanya gibi istisnalar bir yana] genellikle söze [pazarlığa] konu edilmeyen bir değeri vardır. Sigara yakılır ve doğallıkla tükenmeye başlar, nefes alışın ritmine uygun bir biçimde parlar, yanar, duman yükseltir ve küllenir; insan ve sigara birbirlerinin simgesine dönüşür.

Yine de "Sigara içme[ye başlama]k ahlaki ve/ya da akli bir irtifa kazanma işareti olabilir mi?" sorusuna verilecek tek cevabım var: "Hayır". 1998 yılının en salakça olaylarından biri olarak kayıtlara geçen bir haberi aktarayım: Almanya'da, kır gezisine çıkan bir adam, sigarasını yakmak için yanında herhangi bir ateşleyici olmadığını farkedince, civardaki bir yüksek gerilim hattına tırmandı ve yüzseksenbin volt elektrik geçen telden sigarasını yakmaya çalıştı. Akıbeti meçhul olan bu Alman'ı, sigara içenlerin yüzkarası saymak, sigara içmeyi ideolojik bir ortak payda kabul etmeye vardırır bizi.

Bilgelik, sevginin ve nefretin doğru yerlere odaklanmasıdır; cehalet ise tam tersi. insanın ekonomik kullanımının sömürgeciler hesabına kolaylaşması için yürürlüğe sokulan nefret modası sigarayı hedef gösteriyor, olay budur. Kanserojen bir varoluş biçimini benimsemiş tüketici/kölelerin bazı mamullerden nefret etmeleri, onları başka mamulleri satın alırken daha hırslı davranmaya sevk ediyor. Marka bağımlılığı, tam anlamıyla bir fetişizm çeşididir ve sigara içmenin [de züppeliğe elverişli yönleri bulunabilmekle birlikte] sözümona vahşice görünümleri, kozmetik tüketiminden daha yavan bir çılgınlık değildir. Muş'un Korkut ilçesinin Değimlitaş köyünde sigara içmeyi yasaklayan ihtiyar heyeti, yasağa uymayan azınlığın köyden kovulmalarını karara bağlamaya çalışıyor! Arkansas'ta hapishanelerde sigara içmek yasaklandı! Kanada hükümeti sigara paketlerinin üzerine kanserli akciğer fotoğraflarının koyulması yönünde bir kamu önerisi hazırladı! Onurlu bir hayat yaşamanın yolu sigara içenlere hakaret, içmeyenlere iltifat etmekten geçiyormuşçasına aptalca bir patırtı koparılıyor. Değimlitaş köyünün ihtiyar heyetinin zekası, Arkansaslı gardiyanların disiplin anlayışı ve Kanada hükümetinin ileri görüşlülüğünün mucizevi ışımaları insanı mest ediyor.

Yeryüzüne müptela ve imparator ruhlu köleler, dünyevi bir iptila olan sigaraya yakıcı saldırılar düzenlerken tiryakilerin yardımına ihtiyaç duyduklarını gizleyemiyorlar. Türkiye Denizcilik işletmeleri'nin, vapurlara yapıştırdığı ve okuma yazma bilen yolculara yönelik bir dizi komutun yer aldığı afişte: "...Sigara içmeyin! ... yüce atamızın ... düşlediği gibi iyi vatandaş olun!" buyurulmuş. M. Kemal'in de sıkı bir sigara tiryakisi olduğunu gözönüne aldığımızda, cevabını düşünürken sigaramızdan derin bir nefes çekebileceğimiz soru şudur: "O halde, sigara içmek bir ata sporu olamaz mı?"


Murat MENTEŞ / 23.10.2000