11 Şubat 2013 Pazartesi

Arapça Öğrenmek



                Ömer Faruk, bir Amerikan Üniversitesinde hoca. Konusu: İslamiyet. Çeşitli mabetlerde dolaştıktan sonra, hidayete ermiş. Koyu ve inanmış bir Müslüman. Vahdet düşüncesine bir parça da Spinoza’dan gelmiş. Fakat asıl mürşidi: Malcom X. Deli mi, dâhi mi, bilmiyorum. Muhakkak olan şu ki bir Amerikan Üniversitesinde hoca. Hayatını ilayı kelimetullah’a vakfetmiş, hiç de abuk sabuk konuşmuyor. İslâm’ın insanlık için tek kurtuluş olduğuna inanıyor. Çağımızın şaşkın aydınlarına seslenirken Protestan bir Amerikalının bütün kültür mirasına dayanmaktadır. Yani bu çiçeği burnunda Müslüman, geri kalmış ülkelerin şapşal aydınlarından çok farklı. Politika, karar vermek mevkii, diyor. Müslüman politikanın dışında kalamaz. Ve sözde Müslüman ülkelerin gençliğine tavsiyesi  “Arapça öğreniniz”. Mekteplerinizde Arapça okutulmalı. Kendisi, İslâm fıkhı üzerine çalışmaktadır. İsmini bile bilediğim birçok İslâm fakihinin çağımız insanına yol göstereceğini iddia etmektedir. 1980’de neşredilmiş nefis bir mülakattan öğreniyoruz bunları. Konuşmayı yapan Erzurum Üniversitesinde bir asistan. Kaç kişi okumuş, kaç kişi üzerine düşünmüş. Allah’a malum!
                Kimsenin bilgiye, tefekküre, tarihe tahammülü yok. Marx, tadsız ve ukala bir yol arkadaşı. Onun yerini Debray’ler, Che Guavera’lar aldı. Silahı kapınca belli cinayetler işleyecek, kurulu düzeni serseme çevirecek ve kaşla göz arasında iktidara kurulacaksın. Sol’un bu aceleciliği Müslüman gençliğini de yakalamışa benziyor. İran’daki inkılap da, Güney Amerika’daki ayaklanmalar gibi meccani bir zafer sağlayacak ve bütün insanlık takdir-i ilahi sayesinde İslâm’ın üstünlüğünü temsil edecekti. Aynı sihri düşününce, sosyal meseleler önünde aynı şuursuzluk. Anlamak istemiyoruz ki hiçbir zafer bedava kazanılmaz. Mucizeler çağında yaşamıyoruz. Çetin ve sıkıntılı hazırlıklara ihtiyacımız var. İran veya Turan veya Güney Amerika, uyanıkken görülen birer rüyâdır. Hiçbir inkılâp birikimsiz olmaz. Hiçbir inkılâp bir ithal metâı değildir.
                Ne kadar yazık! Bir Ömer Faruk’un irfan ve iz’anı ile yarını kuracak Müslüman gençliğimizin idraksizliğini mukayese edince, yüzümüz kızarıyor. Ömer Faruk İslâm’ı tanımak için ilk adım Arapça öğrenmektir diyor. Bu ihtiyacı duyan kaç Türk aydını var? Bırakın Arapça öğrenmeyi, Osmanlıcadan ne haber? 1917’lerde İstanbul Darül Fünûnunda Arap Edebiyatı okutulmuş. Bağdatlı Müderriszade Mehmet Fehmi  efendi derslerini “Arap Edebiyatı Tarihi” adıyla yayımlamağa başlamış. Cahiliye devrini ele alan birinci cilt dokuz yüz sayfalık bir hazin. Kapağını açan kaç kişi var? Hazretin hal tercümesini hiçbir yerde bulamadım. Üstat bizim görmemize, okumamıza imkan olmayan başlıca me’hazları taramış. Bir Huart’dan, bir Blachére’den daha büyük bir selahiyet. Humeyni’nin beyanatları varken Fehmi efendiyi kim okur? William Jones’un Muallakat tercümelerini düşünüyorum. Edward Said’in ithamları geliyor aklıma: Oryantalistler ajandırlar. Belki doğru. Ama neyin ajanı? Adam Farsçanın zamanımıza kadar muteber bir gramerini Fransızca olarak kaleme almış, Nâdir Şah tarihini Voltaire’in diline kazandırmış. Osmanlı Edebiyatının İran ve Arap edebiyatları içinde çok orijinl bir yeri olduğunu delilleriyle isbat etmiş. Ajan bu mu? Biz yarım asır önce yazılan bir “Arap Edebiyatı Tarihi”nden habersiziz. Ne İmrul Kays’ı tanıyoruz, ne Sûk ul Ükkaz’ı. Ajan biz miyiz acaba, Batılılar mı?
                Sol’un yerli şeyhülislamları Saint Simon’u okumayınız diye fetvâlar ısdâr eder, sağ M. Şemseddin’in “İslâmda Tarih ve Müverrihler”ini unutturmaya çalışır, Fehmi efendi’nin abide kitabı unutulur ve unutturulurken bu ölü kalabalığın tecessüsünü hangi İsrafil sûru canlandırabilir. Ömer Faruk elbette ki dikkati çekmez.
                Burke hakkındaki makaleyi çevirirken bunları düşünüyordum. Burke, kendini korumak isteyen bir dünyanın peygamberi idi. Yaşıyan ve yaşıyacak olan bir dünyanın. Tutucu imiş. Sevsinler tutuculuğu! Burke’ün dediği gibi, can-ı gönülden yapılan her şey güzeldir. Biz hiçbir şeyi can-ı gönülden yapmıyoruz. Onun için davranışlarımızda ciddiyet ve samimiyet yok. Acaba harfler değişmese, netice çok mu farklı olurdu? Birim yokluğunun bütün günahını harf inkılâbına yükleyebilir miyiz? Sanmıyorum. Cezmi Ertuğrul’un “Dil ve Edebiyatı” ile Fehmi efendinin “Tarih-i Edebiyat-ı Arabiye”si aynı yılda yayımlanmış. Osmanlı büyük bir savaş içindedir. Her iki eser de yankı uyandırmadan yok olup gitmiş. Pekiyi, 28’lere kadar kimse eğilmemiş mi bu kitablara? Cezmi Ertuğrul da Fehmi efendi de tanınmamış birer insan. Birincisi intihar etmiş, ikincisinin akıbeti meçhul. Erol Güngör’ün Hicretin 1500. Yılı münasebetiyle yayımladığı kitap henüz hiçbir yankı uyandırmadı. Samiha Ayverdi’nin “Kölelikten Efendiliğe” adlı risalesi de unutulup gitti. Türk toplumunun Sıfat-ı kâşifesi kadirşinaslıktır. Türk toplumunun ve ölüme mahkum bütün kavimlerin. 

Cemil Meriç 
Kültürden İrfana
Syf.: 279-281
İnsan Yayınları
İstanbul, 1986