23 Şubat 2012 Perşembe

Superman



Türk: Süper,sen nereliydin koçum ?

Süperman:Kriptonluyum abi.

Türk:Yeaa sen onu bırak tamam da kütüğün neresi ? Baban nereli baban ?

Süperman: :S

7 Şubat 2012 Salı

İstanbul'da Kar






Biz çocukken sanki daha fazla kar yağardı ? Okullar sık sık tatil olurdu,tatil oluncada sokağa çıkar karın üstünde dana gibi futbol oynardık.Şimdi adam gibi kar yağmaz oldu.Bu yıl gibi iki cm kar olunca kar yağdı zanneder olduk.Gerçi tatil beklentisi falan da kalmadı artık.

Karda oynamak eskisi gibi çok şey ifade etmiyor.Çıkıp fotoğraf çekeyim dedim onada üşendim evin camından bişeyler çektim bi'kaç tanesi hoşuma gitti koyayım dedim.Daha önce böyle bi post atmamıştık buda ilk olsun.

Ne anlatmaya çalışıyorum onuda bilmiyorum gerçi öylesine yazıyorum.Keşke yine çok kar yağsa,sokağa çıkıp deli gibi terleyip kar üstünde futbol oynasak.Normalde yapmamızın mümkün olmadığı ninja hareketlerini yapsak,kar üstünde kendimizi yerden yere atsak güzel olurdu.

6 Şubat 2012 Pazartesi

Arthur ve Sigara


Arthur sağlam sigara içerdi. Öyle güzel içerdi ki sigara içmeyen ben bile özenirdim içişine. Ama bana yakışmayacağını bilirdim. Pek konuşmazdık Arthur’la. Ne benim Flamanca’m yeterdi konuşmamıza, ne de onun Türkçe’si. Çat pat bir İngilizce’yle anlaşmaya çalışırdık. Öyle çok görüşemezdik ama iyi dosttuk. Ne zaman buluşsak bir su kenarına otururduk. O sigara içerdi, ben çay. Sessiz bir anlaşma gibiydi bu. İkimizin de efkarlı zamanlarını yok eden buluşmalardı.

Ren nehrinin kenarında oturduğumuz bir akşamüstü, sigarasından kuvvetli bir nefes çekip yüzünü buruşturarak konuşmuştu. “Bir gün ortadan kaybolacağım, biliyorsun değil mi?” Cevap vermemiştim. Sadece başımı sallamakla yetinmiştim. Biliyordum elbet bir gün ortadan kaybolacağını. Sibirya’da nasıl apansızın karşıma çıktıysa, yine öyle yok olacaktı.

Bunu söyledikten 3 yıl sonra kayboldu. Hüzünlendim elbette, ama yapacak bir şey yoktu. Aradan yıllar geçti, yeni insanlar, yeni ülkeler tanıdım. Arthur elbette hep aklımdaydı. Unutulmayacak bir dost olarak. Ama bazen olur ya, çok daralırsınız. Boğulacak gibi olursunuz. O anlarda ya bağırmanız gerekir haykıra haykıra, ya da bir dostla konuşmak gerekir. Bazen birini özlersiniz, dünyanın adaletini sikesiniz gelir.

Bu sabah bir telefon aldım. Tayvan’dan arıyorlardı. Bir kadın, çok bozuk bir İngilizce’yle konuşuyordu. Asya’lı aksanını anlayabiliyordum sesinden ama bir şey daha vardı. O kadar hüzünlü konuşuyordu ki benim de tüm enerjimi çekmişti konuşurken. Arthur’la ilgili bir şey söylemek için arıyordu. Karısıymış, beni aramasını Arthur istemiş. “Öldü”, dedi kadın. Kansermiş. Bugün ölmüş. Bana da bir kutu bırakmış. “Nereye göndereyim.” Diye soruyordu kadın. Hem öğrendiğim şeyin şaşkınlığından, hem de adresimin sorulmasından dolayı afallamıştım. Biraz düşünmek zorunda kaldım. Amerika’da olduğumu söyledim, bir süre daha burada olacaktım. Washington D.C.’deki adresimi verdim.

Muhtemelen bu kadınla bir daha konuşmayacaktım. Aklımda kalan bir şey varsa sormalıydım. “Benden size bahseder miydi?” diye sordum kocasının yasını tutan kadına. Biraz duraklayıp “hayır” dedi. Sadece kutuyu göndermemi istedi. Teşekkür edip kapattım.

Giyindim, evden çıktım. En yakınımda Potomac Nehri vardı. Bir paket sigara ve bir çakmak alıp nehrin kenarına oturdum. Arthur’a yaraşır bir veda yapmak lazımdı. Sigarayı yaktım, kuvvetlice çektim yarısına gelinceye kadar.

Çok çekmişim. Öksürdüm...