22 Nisan 2012 Pazar

Pis Moruğun Anıları

-"Otur Stirkoff."
-"Sağolun, efendim."
-"Ayaklarını uzatabilirsin."
-"Çok lütufkarsınız, efendim."
-"Stirkoff, anladığım kadarı ile adalet ve eşitlik gibi konuları irdeleyen yazılar yazıyorsun; coşku ve kurtuluş hakkı üzerine de. doğru mu bu, Stirkoff?"
-"Evet, efendim."
-"Dünyada geniş anlamda adalet sağlanabilir mi sence?"
-"Hiç sanmam, efendim."
-"Öyleyse bu boktan yazıları neden yazıyorsun? Kendini kötü mü hissediyorsun?"
-"Son zamanlarda pek iyi değilim, efendim. Delirdiğimi düşünüyorum."
-"Fazlaca mı içiyorsun, Stirkoff?"
-"Elbette, efendim."
-"Çükünle oynar mısın?"
-"Sürekli, efendim."
-"Nasıl?"
-"Anlayamadım, efendim?"
-"Yani nasıl bir yöntem uygularsın?"
-"Dört-beş çiğ yumurta ile yarım kilo kıymayı dar ağızlı bir vazoya döküyorum. Müzik olarak da Vaughn Williams ya da Darius Milhaud yeğlerim."
-"Cam mı?"
-"Hayır."
-"Yahu vazoyu soruyorum, cam mı?"
-"Değil, efendim."
-"Hiç evlendin mi?"
-"Birkaç kez."
-"Evliliklerinde ters giden neydi, Stirkoff?"
-"Her şey, efendim."
-"Hayatının en iyi sevişmesini anlat."
-"Dört-beş çiğ yumurta ile yarım kilo kıymayı…"
-"Tamam, tamam!"
-"Öyledir, efendim."
-"Daha iyi ve adil bir düzen özleminin aslında çürümeden ve başarısızlık duygusundan kaynaklandığının farkında mısın?"
-"Evet, efendim."
-"Baban kötü bir insan mıydı?"
-"Bilmiyorum, efendim."
-"Ne demek bilmiyorum?"
-"Yani kıyaslamak güç, efendim. sadece bir babam oldu."
-"Benimle kafa mı buluyorsun, Stirkoff."
-"Hayır, efendim: dediğiniz gibi, adalet yoktur."
-"Baban seni döver miydi?"
-"Sıra ile döverlerdi, efendim."
-"Hani bir baban vardı?"
-"Herkesin bir babası vardır, efendim. ben annemi kastetmiştim. o da kendi payına döverdi.
seni sever miydi?"
-"Kendinin bir uzantısı olarak, evet."
-"Sevgi başka nedir ki?"
-"İyi bir şeye değer verecek kadar sağduyulu olmaktır. kan bağı gerekmez. kırmızı bir deniz topu ya da üzerine tereyağı sürülmüş kızarmış ekmek de sevilebilir."
-"Tereyağlı kızarmış ekmeğe aşık olabileceğini mi söylüyorsun, Stirkoff?"
-"Her zaman değil, efendim. bazı sabahlarda, güneş ışınları belli bir açıdan gelirken belki. aşk habersiz gelir gider."
-"Bir insanı sevmek mümkün mü sence?"
-"İyi tanımadığınız biri ise belki. ben insanları pencereden seyretmeyi severim."
-"Sen bir korkaksın, stirkoff."
-"Kesinlikle, efendim."
-"Nedir senin korkak tanımın?"
-"Bir aslanla silahsız dövüşmeden önce tereddüt eden kimse."
-"Peki cesur kime denir?"
-"Aslanın ne olduğunu bilmeyene."
-"Herkes bilir aslanın ne olduğunu."
-"Herkes aslanın ne olduğunu bildiğini sanır, efendim."
-"Budala tanımın nedir?"
-"Zaman ve kan ziyan edildiğinin farkında olmayan kimse."
-"Bilge diye kime denir o zaman?"
-"Bilge insan yoktur, efendim."
-"Öyleyse budala da yoktur. gece olmazsa gündüz olmaz. siyah olmazsa beyaz olmaz."
-"Özür dilerim, efendim. ben her şeyin neyse o olduğu kanısındayım. Başka şeylere bağımlı olmaksızın."
-"O dar ağızlı vazolara fazla girip çıkmışsın sen, stirkoff. her şeyin zaten olması gerektiği gibi olduğunu anlamıyor musun? Yanlış diye bir şey yoktur."
-"Anlıyorum, efendim. Olan olmuştur."
-"Kelleni vurdursam ne dersin?"
-"Bir şey diyemem, efendim."
-"Demek istediğim şu: Kelleni vurdursam ben irade sense hiç olursun."
-"Başka bir şey olurdum, efendim."
-"Benim seçimim doğrultusunda."
-"İkimizin de, efendim."
-"Rahat et! Rahat et! Uzat ayaklarını."
-"Çok lütufkarsınız, efendim."
-"Hayır, ikimiz de lütufkarız."
-"Elbette, efendim."
-"Demek delirdiğini hissediyorsun, stirkoff? Peki delirdiğini hissettiğin zaman ne yaparsın?"
-"Şiir yazarım."
-"Şiir delilik midir?"
-"Şiir olmayan her şey deliliktir."
-"Yani?"

-"Çirkinlik deliliktir."
-"Çirkin nedir?"
-"Kişiye göre değişir."
-"Delilik gerekli midir?"
-"Vardır."
-"Gerekli midir?"
-"Bilmiyorum, efendim."
-"Çok şey biliyormuş havalarındasın, Stirkoff. Bilgi nedir?"
-"Mümkün olduğunca az şey bilmektir
-"Ne demek o?"
-"Bilmiyorum, efendim."
-"Bir köprü inşa edebilir misin?"
-"Hayır."
-"Silah üretebilir misin?"
-"Hayır."
-"İkisi de bilgi ürünüdür."
-"Köprü köprüdür. silah da silah."
-"Kelleni vurduracağım, Stirkoff."
-"Sağolun, efendim."
-"Niye?"
-"Beni motive ettiğiniz için. Motivasyon sıkıntısı çekiyorum, efendim."
-"Ben Adalet'im."
-"Belki."
-"Ben Üstün'üm. İşkenceye yatıracağım seni. Çığlıklar atacaksın. Ölümünü dileneceksin."
-"Şüphesiz efendim."
-"Ben senin efendinim, anlamıyor musun?"

-"Beni yönetebilirsiniz. Ama yapacağınız şeyler yapılabilir şeyler olmaktan öteye gitmeyecektir."

-"Zekice konuşuyorsun ama işkence altında bu kadar zeki olamayacaksın."

-"Sanmıyorum, efendim."

-"Bana bak. Darius Milhaud, Vaughn Williams dinlemek de ne oluyor? Beatles'ı duymadın mı?"

-"Onları herkes bilir, efendim."

-"Onları sevmez misin?"

-"Onlardan nefret etmem."

-"Nefret ettiğin bir şarkıcı var mı?"

-"Şarkıcılardan nefret edilmez."

-"Şarkı söylemeye çalışan birinden?"

-"Frank Sinatra."

-"Neden?"

-"Hasta bir toplumun hastalığının depreşmesine neden olduğu için."

-"Gazete okur musun?"

-"Sadece bir gazete."
-"Hangisi?"

-"Açık kent."

-"Gardiyan! Bu adamı işkence odasına götürün. Hemen işkenceye başlayın!"

-"Efendim, son bir istekte bulunabilir miyim?"

-"Evet."

-"Vazomu yanıma alabilir miyim?"

-"Hayır, bana lazım."

-"Efendim?"

-"El koyuyorum. zapta geçsin. gardiyan bu sersemi derhal götür! Ve bana biraz şey getir…"

-"Ne, efendim?"

-"Altı yumurta ile yarım kilo kıyma."

Gardiyan mahkümu dışarı çıkarır. Kral öne eğilip düğmeye basar. Vaughn Williams çalmaya başlar teypte. Bitli bir köpek güneşin altında titreşen harikulade bir limon ağacına işerken dünya dönmeye devam eder.






Pis Moruğun Notları-Charles Bukowski-

18 Nisan 2012 Çarşamba

Halk

Biz bu fakir halkın cebindeki 1 liracığı kapmak için yılda 300 film yaparız. Onu aldatmak, gözünü boyamak için akla gelmedik hikayeler uydururuz. Ağlarız, güleriz, uçarız.

Gazete sayfalarını süsleriz her gün. Apartmanlarımız, otomobillerimiz, katlarımız. Nasıl yatarız, nasıl kalkarız, kaç numara ayakkabı giyeriz, hangi çiçeği severiz. Sevgililerimiz, jigololarımız, şapkalarımız, bacaklarımız, kalçalarımız ve de aptallıklarımız. Bütün bunları yaşatan 1 liradır ve onun kaynağı halk. Zavallı halk.

Yılmaz Güney


16 Nisan 2012 Pazartesi

Sunny-BoneyM




Bugün İstanbul'da hava acayip güzeldi.Cumartesi yağan aşırı yağmur,pazar günü olan nane molla havadan sonra bugün güzel yüzünü gösterdi güneş.Bende bunu koyayım dedim hep beraber coşalım eğlenelim..



Uyarı:Beyaz takımlı zenci abinin yaptıklarını evde denemeyiniz.

15 Nisan 2012 Pazar

Suskunlar

(...) Hacı iskender bunları anlatırken gözlerinde beliren imân ışıltıları sanki cehennem aleviydi. O böyle şeyleri anlatırken câmidekilerin soluğu kesilir, betleri benizleri atardı. vaazdan sonra, ateşten o kadar korkarlardı ki, evlerinde birkaç gün mangal yakmadıkları dahi olurdu. Ne var ki, korku yüreksiz bir insanın nefreti, nefret de cesur bir insanın korkusu olduğundan mıdır, sofuayyaş sâkinleri önce, Kalın Musa, mahdumu Veysel Bey, torunu Dâvut ve semâî kahvehanesi işleten amcaları Muhayyer Hüseyin Efendi’yle selâmı sabahı kestiler. Sonra da çocuklarını, evlerinden ne zaman bir nağme işitilirse, bu zındıkların kapısını penceresini taşa tutmaya azmettirdiler. Çünkü bu zındıkların cehennemden cezbedebilecekleri bir kıvılcım, ahşap evlerle dolu tüm mahallede devasa bir yangın çıkarabilirdi.(...)
Suskunlar, sayfa 50



 










Suskunlar, İhsan Oktay Anar'ın son kitabı. 2007 yılında basılan kitabı benim okumam 2009'u bulmuştur. İhsan Oktay Anar külliyatına da bu eserle giriş yaptığımı söylemeliyim. Suskunlar benim için böyle güzel bir insanı tanımama vesile olmuş, diğer eserlerini de okumaya heves etmemi sağlamıştır. Bazı insanlarla tanışıp yakınlaştıkça geçmişini öğrenmeye, onu daha yakından tanımaya başlarız ya, benimki de o hesap. Son romanından başlayarak geriye doğru güzel bir serüvendi İhsan Oktay Anar'ın eserleri. 
Amat, Kitab-ül Hiyel, Efrasiyab'ın Hikayeleri ve elbette Puslu Kıtalar Atlası.. 
Tarihle, polisiyeyle, macerayla, fantastik kahramanlarla ilgili eserlerden hoşlanıyorsanız; göreceli karmaşık diliyle başa çıkabileceğinizi düşünüyorsanız, ve son olarak dünyaya bakışınızı değiştirecek kitaplar arıyorsanız, İhsan Oktay Anar müsebbibidir onların.
Ana dilin Türkçe olduğuna şükrettiren kitaplar listesindedir İhsan Oktay'ın eserleri.






8 Nisan 2012 Pazar

Eve Dönülmeyen Zamanlar

Herkes bilir; herkes ölür.
Reddetmek, insanı ölümden kurtarmadığı gibi gelişini de daha korkutucu hale getirir ölümün. İnsanı büyüten, ona değer kazandıran şey ölümü kabullenebilmek ama kendini çaresiz hissetmemektir. Çaresiz hissetmezken aynı zamanda asla her şeye çare olamayacağını da anlamaktır. Çünkü ölüm, bize asla yenemeyeceğimiz şeylerin de varolduğunu hatırlatır. Kendimizden daha güçlü bir şeyin kesinlikle varolduğunu...  İster tanrıya inanın, ister evrene; sizden daima güçlü bir şeyin sizi yenmek için bir yerlerde beklediğini bilirsiniz.
Ne bilim sizi her şeyin hakimi yapar, ne de hayalgücü.
Ölüm sizi hepsinden soyutlar.
Bir kelebeğin çiçeğe konuşu da umrunuzda olmaz, Shrödinger’in kedisi de.
Musa Teper ölürken de durum değişmemişti.
Ne adını bile duymadığı Shrödinger isimli zat-ı muhteremin kedisini, ne de canından çok sevdiği kızının bir akıl hastanesinin bahçesinde  ona “ delireceğim hiç aklıma gelmezdi.”  deyişi umurundaydı artık.
Caddenin ortasında boylu boyunca yatarken, ne kadar sıradan bir hayat sürdüğünü, insanı nelerin zorlayabileceğini, bir adamın mahvolması için gerekli olan acının kaç katını yaşadığını, ondan geriye bu dünyada ne kalacağını da düşünmedi Musa Teper.
Arkasında kimlerin kaldığını da pek düşünmedi vücudunda 14 kırık varken, her nefes alışında kaburgaları ciğerlerine ve kalbine biraz daha saplanırken. Pek kimse de kalmamıştı gerçi geride. Geri demişken, ellerinden uçan ekmek poşeti geldi aklına Musa Teper’in.  “Keşke almasaydım.” diye düşündü gerçekten bir an. “Ölsem de almasaydım.” İnsanın ölürken bile bazı şeylere acıması çok garipti. Musa Teper ömrü boyunca ekmek israf olmasın diye çabalamıştı. Ölürken buna sebep olması onu üzmüştü elbette, neyse ki bu çok uzun sürmedi. Ekmeği unuttu Musa.
Ekmek almaya çıkıp bir daha dönmeyen adamlardan olmak istemezdi elbette. Ancak şartlar onu buna zorlamıştı. 1.65 boyunda, 110 kilo, kel bir adam olan Musa Teper sıradan bir hayat sürmüş, sıradan bir hayat sürmeyi de istemiş olmasına rağmen hep afili bir ölüm hayal ederdi kendisi için. 80 yaşında yatakta uyuyup bir daha uyanmamak onun istediği ölüm değildi. Bunu kimseye söylememişti elbette. Onun gibi bir adam için bu istek fazla “geyik”ti.
Ancak afili ölümünü yaşıyordu şimdi. Sadece o bilse de...Musa Teper caddenin ortasında boylu boyunca yatarken etrafına toplananlar için bu basit bir trafik kazasıydı. Karşıdan karşıya geçmek isteyen şişman adam, kırmızı ışıkta geçen manyaktan kaçacak vakte sahip değildi. Vuran araç hızla kaçmış, binlerce trafik canavarının arasına karışmış gibi görünüyordu.Ancak Musa biliyordu ölürken, bir kazaya kurban gitmek için fazla acı çekmiş bir adamdı o.
Ama üzülmedi. Gözyaşları çok önceden tükenmişti zaten.
Duyduğu son cümle, yanına çömelip kulağına eğilen  takım elbiseli yakışıklı adamdan gelmişti.
“Musa Teper...” demişti ses fısıltıyla. “Artık denizleri yaracak kudrette olmadığını anlamışsındır...”