11 Kasım 2012 Pazar

Açlıkla Terbiye

     Açlıktan başım dönüyordu. Arkadaşlarım evimden gideli yaklaşık 5 saat oluyordu ve ben hala yemek yememiştim. Karnımdan yükselen garip sesler, kulaklarıma işkence ediyordu. Yemeksepeti.com'dan yemek istemeyi düşünmüştüm fakat neyle? Bildiğim kadarıyla restoranlar öpücükle yemek getirmiyordu. Paraya ya da yemeğe ihtiyacım vardı.
     Sonra aklıma onlar geldi. O buzlukta duran, kızartılmayı bekleyen, babalar gibi bir kilo köfte. 
     Heyecandan elim ayağıma dolaştı. Sevinç çığlıkları atıyordum ve bunun şerefine bir sigara yaktım. Sigaramı içime çekerken aklıma geldi; ben köfte yapmayı bilmiyordum! İnanamıyordum, neden her şey ters gitmek zorundaydı? Önce pazartesi günü olan iki vize, şimdi de köfteler. Tanrı benimle oynuyor olmalıydı. Ne yapmıştım ki böyle bir sınavla beni sınıyordu? Kimi üzmüştüm de beni cezalandırıyordu? Bir anda kafama dank etti; Onur. Benden pijama istemişti ve ben "Kanka, son pijamayı Batuhan kaptı, sana bir sikim kalmadı. Yat zıbar lan öyle!" demiştim. Yapboz parçaları yerine oturmaya başlamıştı. Her şey berraklaşıyor, aydınlanıyordu. Peki ne yapmalıydım? Hemen diz çöküp tanrıya yalvarmalı mıydım, yoksa komşuya gidip yemek ya da para mı dilenmeliydim? Komşuya gidemezdim çünkü aileme "Ateş bir bok beceremiyor, gelin besleyin bunu." demelerini istemiyordum. Ben güçlüydüm, gerekirse aç kalırdım, ama adıma leke sürdürtmezdim. 
      Hemen tuvalete gittim çünkü tuvaletim gelmişti. Tuvaletimi en güzel şekilde yaptıktan sonra lavaboya doğru, ellerimi yıkamak amacıyla yola koyuldum. Yaklaşık 57 santimetrelik klozet-lavabo arası yolculuğum boyunca tek düşündüğüm yemek, tek istediğim o köftelerdi. Hayat bana kötü davranıyor olabilirdi ancak henüz her şey bitmemişti. 
      Yaklaşık 2 ay önce aldığım, yeni telefonumu aramaya koyuldum. Telefonumu elime alıp rehbere girdim ve annemi aradım. Bir bayan çıkıp "Hattınızda kontör yok, lütfen belanızı siktirmeyiniz." tarzında sözler söylüyordu. Telefonu kapadım ve her öğrenci gibi, anneme ödemeli attım. Cevabın gelmesi çok uzun sürmedi. Önce kısaca "Görüşeceksiniz amına koyim! Sakin ol." yazan bir bildirim, daha sonra "Aradığınız abone resmen yüzünüze kapattı. Öz anneniz bile sizi takmıyor artık lan haha!" tarzında ikinci bildirimi aldım. Çok kısa bir süre sonra telefonum çalmaya başladı, annem arıyordu. Telefonu açtığımda sesi çok meraklı geliyordu. "Ne oldu annecim?" dedi. "Ya anne bu köftelerin olayı ne? Tavaya yağ dökeceğim, köfteleri koyacağım, ama yağ üstüme başıma sıçrarsa ne olacak?" dedim. "Yerlere gazete ser, kısık ateşte yap, sıkıntı olmaz evladım." dedi. Haklıydı. En başından neden düşünememiştim? 
       Gerekli hazırlıkları tamamladım ve köfte yapım sürecini başlattım. Tava arama işi en zor bölümüydü aşçılık maceramın. Tavayı ararken kafamı dolaba çarptım. Dudaklarımdan hayvanca küfürler döküldü. Tanrıya şükürler olsun ki komşularım küfürlerimi duyamayacak kadar yaşlı ve iyi niyetliydiler. Ama yine de o pis komşu karısını sevemiyordum bir türlü! (Neyse, konudan sapmamalıydım.) Tavayı buldum ve ocağa yerleştirdim. Ocağın çakmağını çaktım ve ateşi yaktım. Ocakta kızan tavaya yemek kaşığı kadar fındık yağını ekledim, yağ tüm tavaya yayılsın diye tavayı elimle kaldırıp hafifçe oynattım. Kısa süre sonra köfteleri koydum ve yemeğimin hazır olmasını beklemeye başladım.
      Başarmıştım, zafer benimdi, aç uyumayacaktım bu gece. Köftelerimi afiyetle yerken, beni hayattan soğutmaya yetecek, bütün çabalarımı boşa çıkartacak bir şey fark etmiştim. Şok olmuştum, kendime geldiğimde hatırladığım sadece şu sözlerim olmuştu; "Amına koyayım! Bozuk lan bunlar!"

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder