17 Ağustos 2011 Çarşamba

Don Kişot

     Bildiğim bir şey varsa, kapitalizmin o kotları kimseye zorla giydirmediğidir.
     Kapitalizm, size kot aldırmak için beyninize yerleşen bir virüstür.
     Aslında mesele yine ne giydiğiniz değildir. Ayağınızda kot varken kapitalizme savaş açamaz mısınız? Pek tabii bu mümkündür. O kotu sadece size yakıştığı için almış olabilirsiniz. Ne moda, ne de bir bilinçaltı mesajı sizi buna zorlamıştır. Ömrüm boyunca hiç kot giymedim. Ama bunun bir övünme sebebi olduğunu da hiç düşünmedim. Değildi çünkü.
     Ne zaman kumaş pantolon görsem aklıma daha sakin, daha normal, daha ılımlı insanlar geldi. Fakat aslında asıl yanılgının bu olduğuna yine birkaç yıl önce uyandım. İnsanları kot pantolon almaya yönlendirenler kot pantolon giyiyorlar mıydı?
     Pek sanmıyorum...
     Binlerce dolar değerindeki takım elbiseler hiç de kot gibi gözükmüyor bana. Kumaş pantolonun bende çağrıştırmış olduğu tüm sakinlik, normallik, ılımlılık aslında birer kamuflajdan ibaretti. Kapitalizmin güleryüzlülüğünün altında yatan riyakarlığı, bencilliği, açgözlülüğü çok açık bir şekilde özetliyordu aslında. Kulağımıza tek bir zehirli cümle fısıldıyordu.
    "Yaklaş bana yanmazsın..."
    Onun güven dolu kollarına atılmamak pek mümkün değildi ne yazık ki...Rol modellerimiz genelde bataklığın içinde bataklığa bakanlardı. Biraz daha hayalgücüne sahip olanlarımız da bataklığın içinde yıldızlara bakanları örnek alıyordu.
     Aynı bokun içinde yüzdüklerini farketmeden...
     Kapitalizm, emperyalizmden çok daha sinsi bir düşmandı. Emperyalizm düşmanını kendi elindeki silahı göstere göstere göğsünden vururdu. En azından onurlu bir ölümle taçlandırırdı yaşamını. Emperyalizm belki de şerefsizliğin içinde eski usul çalışan, daha delikanlı biriydi.
     Ancak kapitalizm düşman istemezdi. Ya da ellerini kana bulaştırmak işine gelmezdi. O düşmanlarını alır, kulaklarına zehrini fısıldar, üstünü giydirir, karnını doyurur, televizyon karşısına oturtup kendine bağımlı hale gelmesini beklerdi. Aslında çok sabırlıydı ama sabretmesine gerek kalmazdı, oyunu kirli, zekice ve hızlıydı. Meyvesini çabuk verirdi.
     Arada bir düşmanlarıyla dalga geçmeyi de severdi açıkçası. Önce bir moda yayar, geçmişi kafalara vebalı gibi yerleştirirdi. Kızlar, ninelerinin şalvarından utanırdı... O neydi öyle Allah aşkına? Çapulcu gibi...
     Kapitalizm bunu söyletirdi... Ertesi yıl, şalvarları alıp cafcaflı renklere boyar, dünyaca ünlü bir markanın etiketiyle aynı genç kıza giydirirdi. Büyük bir zevkle...
     Ama asıl sorun burada değildi.
     İnsanların nasıl giyindiğinin bir öneminin olmadığını elbet birileri farkedecekti. Daha akılcı, daha kalıcı bir çözüm bulunmalıydı...
     Bulmak da zor olmadı... Önümüzde kocaman bir medya sektörü vardı. Madem moda belirlenecekti, buradan olsundu. Biri sigara içecekse bu, patronların istediği şekilde olmalıydı. Oldu da, James Bond nasıl sigara içtiyse, martininin dibini bulduysa, kızları tavladıysa... Herkes neden onun gibi olmak istemesindi ki...
     Barney Stinson fazlasıyla cool bir adam değil miydi? Peki onun kapitalizmle problemleri mi vardı?
     Bilakis, o kapitalizmin biricik çocuğuydu...
     Demem o ki, o kotu giymek, o cüzdanı taşımak, o facebook hesabını açmak mesele değil... Mesele o kotun kıçımızdan önce kafamıza giydirilmiş olması....
     Kapitalizm, aklımızın ırzına geçmeye bayılır...
     Bize de Don Kişot misali saldırmak kalır...
     İşte "zafer" aslında budur...
   

1 yorum:

  1. Okumaya başlayınca dedim bunu bizim Salih yazmıştır büyük ihtimal :D Bir o kadar kısa ve bir o kadar uzun ve özlü olmuş. Tebrikler. Hiç kot giymedim' beni düşündürüyor birazcık :D neyse hayırlı ramazanlar.. Devamını bekliyorum.

    YanıtlaSil