Şifa Vermeye Değil, İyileşmeye Geldiniz. Gücümüzü Toplamaya Gücünüz Yoktur Efendim..
24 Aralık 2011 Cumartesi
Balkanlar-Bölüm 1 Belgrad
Öncelikle merhaba ! Gençadamsın ailesinin tekrardan toplanması sonrası arka arkaya gelen yazılardan sonra hiç olmadığı kadar hareketli günler yaşıyoruz.(Nazar değmesin) Kadromuza yeni bir isimde katıldı böylece takım büyümeye başladı. (kötü bakkal) Yeni yazarımıza hoşgeldin,yazıların daim ve güzel olsun deyip konumuza geçelim.
Yazının konusu ne komikli ne kurgu ne ciddi bir yazı nede başka bişey aslında.Geçtiğimiz yaz yaptığım Balkan turuyla ilgili anı gibi aslında değil gibi hikayeler anlatıp kendi kendime konuşmayı düşünüyorum.Salih'in taaaa Amerikalara gidip okyanus ötesinden verdiği haberlerden sonra bende Adriyatik ötesini yazmaya karar verdim.(Son anda düşündümde yazı biraz anı biraz gezi yazısı gibi olacak)
Efeeendiiim yazıya başlamadan son durak olarak bahsi geçen geziyle ilgili kısa bilgiler verip ardından anlatmaya başlayacağım.Gezi 7 ülkeden oluştu.Sırasıyla Sırbistan,Hırvatistan,Bosna-Hersek,Karadağ,Arnavutluk,Makedonya ve son olarak Kosova.Bu yazının konusu ise Belgrad-Sırbistan.7 ülkenin arasında geçen yollarda kat ettiğim mesafe 4.000 km.O yüzden çok çok yorucu bir gezi oluyor.
Saydığım 7 ülkenin hiçbirinin Türk turistlerden vize istememesi en büyük artısı.O yüzden Salih'in Amerikan konsolosluğunda yaşadığı deneyimlerin hiçbirini yaşamadım.Sıkıcı girizgahları ileri sarıp uçağın hareket gününden bir gün önceye sarıyorum..
Uyarı:Yazı epey uzun,devrik cümleleri,dil bilgisi hataları ve anlam belirsizliği içerir.Şimdiden gösterdiğiniz anlayış için teşekkür eder aradan çekilirim..
7 ülke gezeceğim ve sürekli hareket halinde olacağım için yollarda aç kalmamak için buradan kek,bisküvi,hazır çorba,kaşar gibi insanı hayatta tutabilecek malzemeleri bavula eşyalarla beraber istifleyip uçak saatini beklemeye başladım.Ertesi sabah uçağım olduğu için(uçuşu olmak oh yea) heyecandan pek uyuyamadım aslında sabah pek gelmek bilmedi ve nihayet güneş o güzel yüzünü gösterdiğinde sabah 9 daki uçağa yetişmek için yola çıktım.İstanbul-Belgrat arası yaklaşık 1 saat 50 dk sürüyor.(Hayır 2 saat değil) Sabah 9.10 kalkan uçağım yerel saat ile Belgrat'a 10.10 da iniyor.(1 saatlik zaman farkı var aramızda) Aradaki zaman farkından dolayı gereksiz bir mutluluğa giriyorum.Futbola olan ilgimden dolayı Partizan ve Kızılyıldız takımlarına sempati besliyorum.Aklımda iki takımında ürünlerini almak var.Uçak alçalmaya başlarken camdan dışarı bakınca tamda Partizan stadının üstünden geçtiğimizi görünce iyice keyiflenip gaza geliyorum resmen geldim artık.
Belgrat havaalanı Atatürk havaalanına göre çok çok küçük.Bizim Sabiha Gökçen'den bile çok daha küçük olduğunu söyleyebilirim.Herşey iç içe ve tam bir koşuşturma hakim.Yıllardır okuduklarımız,izlediklerimizden ötürü Sırplara karşı ister istemez oluşturduğumuz ön yargı aklımın bir köşesinde duruyor.Türk olduğumuzu görünce kıllık çıkarırlarmı acaba diye düşünmeden edemiyorum.Pasaport kontrolünde bulunduğum sıradaki polis biraz sorunlu birine benzediği için yan sıraya geçiyorum.Bu sırada daha nazik görünen 35-40 yaşları arası güler yüzlü bir abla pasaportumu kontrol ediyor ve beni 'Welcome to Serbia' diyerek Sırbistan topraklarına buyur ediyor.
Pasaport kontrolünden sonra aslında iyi insalar olabilirler düşünceleriyle gidip bavulları buluyorum ve oyalanmadan havaalanından çıkıyoruz.Dışarıya çıkar çıkmaz havanın çok sıcak olduğunu fark ediyorum.Yakıcı,boğucu enteresan bir sıcak bu.Havaalanını şehrin oldukça dışında inşaa etmişler.Yarım saat(süreden tam emin olmamakla beraber bundan az değildi) kadar süren bir otobüs yolculuğundan sonra şehire batı kapısından Sava nehrinin bulunduğu bölgeden giriyorum.Şehre ilk girişte Partizan'ın basketbol maçlarını oynadığı Belgrat Arena'yı ve daha ileride Tito'nun partisi Partizan'ın genel merkezini gördüğümü hatırlıyorum.Yabancı ve hiç bilmediğin bir kentte olmak çok heyecan verici.Bir sağa bir sola bakınıyor birşey kaçırmamak için gözlerimi açık tutuyorum.
Etrafı çok ayrıntılı tasvir edip sıkmak istemiyorum ama bazı bölgeleri anlatmadan geçmek olmaz.Şehri gezerken savaşın izlerini görmek mümkün.Nato tarafından bombalanmış eski savunma bakanlığı binasının yıkılmadan aynı şekilde bırakılması gibi çarpıcı örnekler o vahşeti hatırlatıyor.Bir zamanlar Osmanlı'nın sahip olduğu Belgrat kalesine gittiğimde ise garip duygulara kapılıyorum.Yıllardır kitaplarda okuduğumuz Avrupaya yapılan seferlerde kullanılan üssümüzden etrafa bakıyorum.Kaleyi çok iyi koruyup,içine yaptıkları geniş parklarla yaşayan hale getirmişler bu yüzden çok takdiri hak ediyorlar.
Şehrin önemli binalarını,caddelerini panoramik olarak gezip şehrin kalbinin attığı bölgeye Cumhuriyet Meydanına gidiyoruz.Meydana geldiğimde aklımda otobüsle yanından geçerken gördüğüm Kızılyıldız store var.Etrafa sorarak gördüğüm bölgeyi tarif etmeme göre oraya yürüyerek gitmemin imkansız olduğunu fakat daha yakında bir yerde başka bir tane olduğunu öğreniyorum.Sırp rehberimizden aldığım bilgileride kafamda tutarak düşüyorum yollara.Elimde ne bir harita ne etrafı bilen biri nede başka birşey var.Tek bildiğim bulunduğum caddeden başka yere sapmadan dümdüz yürümem ve tam karşıma çıkacak olan Sovyet döneminden kalma siyah,çirkin,estetikten uzak gökdeleni görüp sola dönmek.
Herşey aklımda yürümeye başlıyorum.Fakat yürüdükçe yol gidiyor yürüdükçe gidiyor.Bana cadde diye anlattıkları yol resmen bulvar çıkıyor.Bizdeki İstiklal Caddesinin 2 katı genişliğinde ortasından arabalar akan kenarlarında geniş kaldırımlar bulunan güzel ve epey geniş bir bulvar.Tariflere göre 10 dk yürüme mesafesinde olan gökdeleni aradan 20 dk süre geçmesine rağmen hala görebilmiş değilim.Ha döndüm ha dönücem bulamadım derken 200 metre mesafeden görüyorum o'nu.Evet rotamı bozmadan gelmiş büyük bir iş başarmıştım artık hedefim en fazla 400-500 metre mesafede diye düşünürken gökdeleni gözden kaybediyorum !! Nasıl becerdiğimi bilmesemde koskoca bina yok oluyor.Şimdi sçtım galiba yanlış yola girdim diye düşünürken sora sora Bağdat bulunur diyerekten közde mısır satan abinin yanına yanaşıyorum.Abinin İngilizce anlamaması,üstüne yediğim küfür ve elimde ne ara aldığımı hatırlamadığım közde mısırımla yola devam ediyorum.Bu sefer soracağım kişi daha modern görünümlü dondurmacı.Şansıma abla İngilizce biliyor ve yolu kaybetmeme rağmen yakında Kızılyıldız store olduğu söylüyor ve tariflere göre 500 metre sonra dükkanı buluyorum.Dükkanı bulduğumdaki yaşadığım hazzı anlatamam.Yaklaşık 4-5 saat önce ayak bastığım ve hiç bilmediğim bir şehirde bu kadar yol yapıp hedefime ulaşmam egomu tatmin ediyor.
Dükkana yöneliyorum.Aman Allahım bu ne güzel bir kırmızıdır böyle.İçeride formalar,eski resimler,bayraklar kısacası ne ararsanız var.Hemen formaların olduğu bölüme gidip formamı deneyip alıyorum.Tam paraları sayarken Sırp Abla(evet çoğu yerde ablalar çalışıyordu) No Euro !! diye beni uyarıyor.Olurdu olmazdı derken kendimi yine yollarda 'change office' ararken buluyorum.Neyseki dükkandan çıkıp ilk sola girdiğinizde bir change office var fakat oraya gitmenizi pek önermem.Abartısız 2 metre kare alanda 2 metre boyunda 2 metre eninde tam olarak mafya 2 abi oturuyor.Ağızda purolar -Ne vardı yeğen(ingilizce) diyorlar. Tırstığımı belli etmeden -Abi köşedeki dükkana gelmiştim para bozduracağıdım(şiveli ingilizce) deyip uzatıyorum 50 euroyu. Neyseki korktuğum olmuyor ve abiler paramın karşılığını verip beni uğurluyorlar.Zira paramı vermeyip hadi şimdi sktir git deseler gıkımı çıkaramaz gtüme baka baka dönerdim öyle tiplerdi.Dövmeli,küpeli,sakallı,atletli,puro içen gibi her türlü olay bunlardaydı.
Mafyadan aldığım parayla gidip formamıda alıp fonda 'We are the champion' müziği eşliğinde dansa başlıyorum.Artık arkamda çok sağlam.Mahallede kavga olursa,kız mevzusu olursa bir telefonla Sırbistan'dan kankalarımı çağırabilirim öylede biriyim yani.
Bir forma uğruna çektiğim bunca eziyet,yürüdüğüm onca yol,kapıştığım mısırcı,mafyayla kanka olmam gibi türlü etmenlerden sonra Belgrat'taki ilk gecemde başımı yastığa koyarken tek hissetiğim duygu mutluluk..
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Yazı görseline hayran kaldım kardeşim :)
YanıtlaSilSağol hacı beğenmene sevindim :) Yazıyı ben kendi adıma benim ürünüm olmasına rağmen beğenmedim pek anı türünü güzel yazamıyorum sanırım ben kurgu daha iyi gidiyo sanırım :)Bakalım değerli okuyucularımız(varsa) ne diyecek bu duruma yazıya yaptıkları yorumlarla :)
YanıtlaSilGördüğün gibi onlar da hayran kalmışlar, yorumlara bakılırsa :)
YanıtlaSilHaklısın kardeşim :)Takipçilerimizin sokaklara dökülmesi üzerine camdan kafamı uzatamaz oldum yazı başıma bela oldu.İnanırmısın rahat rahat çıkıp dışarda bi yemek yiyemiyorum.
YanıtlaSilHepimizin başına gelen şeyler bunlar, inanır mısın sırf unutulayım diye aştım okyanusları :D
YanıtlaSilYazı güzel olmuş Serhatçım ama fotolarla fena olmazdı ama fotoların sorumlusunu biliyorum o yüzden bişey demiyorum. kendi aranızda takılıyorsunuz galiba rahatsız etmeyeyim ben :)
YanıtlaSilFotolar evet malesef o konuda bi kayıp yaşadık,gittiler göz göre göre :) Kendi aramızda takılma mevzusunda biraz haklısın aslında ablacım :) Malum bloga giren sayısı çok fazla değil,kaybedenler kulübündeki gibi birbirinin muhabbetinden hoşlanan bi kaç adam normalde yaptığı muhabbeti internet ortamında yapıyor sadece :) Rahatsız etme konusunada gelince öyle şeymi olur demek istiyorum :) Sizin gibi güzide insanları her zaman buralarda görmek isteriz efendim :)
YanıtlaSilteşekkür ederim canım ben bayıldım yazdıklarınıza. fotolar gözgöre göre gitti biraz masaüstünde kopyasız tutulurmu? eminönü sahil fotosumu bu çoocuğumuum :)) yedekleseydin keşke. neyse bir dahaki gezilerinize kapak olur. Blogunuz çok çok iyi hatta on numara daha fazla takip alması için uygun platformlara linkler atın derim. benim kullandığım bir yer var ama elişi ve yemek hünerlerini anlatan hatunların takıldığı bir manşet oyüzden işinize yaramaz (arada yemek yaparız derseniz neden olmasın ilgi çekebilirsiniz.) güzelim blog böyle yankı yapmasın hepiniz çok değerli çocuklarsınız. (inşallah benimkide böyle olur.) yazdıklarınızı okuyorum ama bıdır bıdır bitek ben yazmayayım diye yorum yapmıyorum hepsine :)
YanıtlaSilArtık resimlerde değil anılarda yaşatıcam oraları :) Blogun ilk ve tek düzenli okuru olarak plaket v.s. verilmesi fikrini en yakın toplantıda ortaya atacağım :)
YanıtlaSililerde adam olup tanımazsanız o plaketi sallayarak "bu eşşekleri bi ben okuyodum aha şimdi tanımıyolar beni" diyebilirim şimdiden uyarayım canım :))
YanıtlaSilToplantıya falan gerek yok döktürüp getiriyoruz plaketi :)
YanıtlaSil:) Almış sayıyorum kendimi. Karşılığında benden de size teşekkür maabında bir çikolatalı kek işler.
YanıtlaSil